|
"Sen
benim her şeyimsin,
Canımsın candan yakın.
Unutur sanma sakın,
Unutmam, unutamam..."
|
Elhamdülillah, bir meşâyihe gidip nefsini teslim
edersen, o senin nefsini zulmetten kurtarır. Tarîkatte bütün azalara
zikir yaptırmak lâzımdır.
Geniş zamanlarımızda onunla beraber olalım ki, dar hâlimizde
o bizi bilsin. Her hâlimizde Allah Azimüşşan'la beraber olalım.
"Her hâlinizde bana sığının" diyor. İnsanların
iyi günleri olur, dar günleri, hasta günleri olur. Her hâlimizde biz Allah
Azimüşşan'a sığınalım. İyi günlerde de sığınalım,
dar günlerde de... Sığınmak da zikirle oluyor. Geniş günde
sığınınca, dar günümüzde de O bizi bilir.
Bir genç ile yaşlının hikâyesi :
Bir kimse uçurumlu bir yerden gidiyormuş. Bir tanesi önceden şarkı
söyleyerek geçmiş. İkincisi geçerken çok zikretmiş, salavat
getirmiş, tevhit getirmiş, şükretmiş, ama uçuruma
yuvarlanmış. Ehlûllah'ın bir tanesi sormuş:
- Ya Rab! Herşeye kâdirsin. Önce geçen kabadayı bir şekilde
geçti, onu düşürmedin. İkincisini düşürdün" demiş.
Evvel giden seni hiç zikretmedi, ama sonraki sana çok yalvardı.
Cenâb-ı Hakk'tan nidâ geliyor:
- "Ey benim kulum! Evvel geçen her ne kadar sana hâkir göründüyse de Ben onun daima kalbindeydim. Geniş zamanlarında
o Beni hiç unutmuyor. Ama diğeri dar yere gelinceye kadar beni hiç hatırlamadı.
Onun için onu düşürdüm." diyor.
İşte bundan dolayı geniş günlerimizde
Allah'a sığınalım, yani safâlı günlerimizde de Allah'ı
unutmayalım. O gün gelmeden o güne hazırlanalım. Safâlı
ve iyi günlerimizde Allah'ı unutmayalım. Ölümü düşünelim.
Ölümü düşünmek dar günlerimizi düşünmektir. İnsanlara en
büyük nasihat ölümü düşünmektir. Cenâb-ı Allah buyuruyor:
"Kulum iste vereyim."
Ama her isteyene vermez. Hepimizin böyle günü var. Her zaman Rabbimizi hatırlayalım.
Ölümü düşünelim. Kendimiz için, müslümanlar için, ihvanlar için
her şeyi veriyor. Ama biz yine de maddî şeyleri istemeyelim. Maddiyatı
her isteyene vermez. Veren yine Allah. O vermezse hiç kimse mal sahibi olamaz.
Ama biz maddî şeyleri istemeyelim. Biz dünyada her şeyi istiyoruz.
Maddî isteklerle avlanmayalım.
Biz kulluğumuzu yapalım, emir ve yasaklara uyalım. Veren Allah ne
verirse ona uyalım (şükredelim). Tecelli neyse ona rıza gösterelim.
Bizi müslüman halk etmiş. Maddî istekler istemeyelim.
Hak tecelli etmeyince nutka gelmez bir ahad
İzn-i
Bâri olmayınca nutka gelmez bir ahad
Hayır ve şer fermanı var. İnanmak müslümanlığın
bir parçasıdır. O zaman inancımızı hayra yoralım.
Hayır ve şer Allah'tan gelir. Cüz'î irâdemizle şerre yönelmeyelim.
Şer istemeyelim. Hayrı isteyelim. Bize şer görünenler hayırlıdır,
biz bilmeyiz. Cenâb-ı Hakk'ın şerre rızası yoktur.
Hadis-i Şerif:
"Sizin için güzel görünen şeyler, sizin için çirkin olabilir."
Onun için biz hayırlısını isteyelim. Ne gelirse Allah'tan,
hayır da şer de Allah'tan.
Hayır ne? Bizi her yönden mesut eden, varlık, sağlık,
itibar, insanlardan görmüş olduğumuz kıymet, sıhhat, âfiyet,
zenginlik. Ticaret sevaptır. Allah'ın emridir. Bütün ticaret
yapanlar zengin olmaz, kimisi az kazanır, kimisi çok kazanır. Kimisi
zarar eder. Evet bunun bir say'ı var. Niçin böyle oluyor. Bir beklediği
var. 5 kuruşa aldığını 6 kuruşa satarsa 1 kuruş
kâr eder. Ama 100 lirada 100 lira kâr etse kanaat etmez, yüzde100 kazanca
bile kanaat etmiyor.
İnsanlar kanaat etmiyor. Bir şey haddini geçince
haram oluyor. Tahmin ettiği bir şey var, 10 liraya satacağı
bir şeyi 15 liraya sattı. İsteyerek değil, pahalı olduğunu
bilerek değil, piyasa değişmiş. Burada veren kim? Cenâb-ı
Hakk. Alan kim? Cenâb-ı Hakk. İnsanlar zarar ederse zarar ettiren kim?
Cenâb-ı Hakk. "Vebil kaderi hayrihi ve şerrihi" fermanında
kâr, zarar, hepsi var. Hastalık, sağlık hepsi var.
Bizim için büyük zarar, manevî zarardır. Büyük kârımız
amelle olur. Büyük zararımız da isyanla olur. Manevî kârımız,
büyük kârımız Allah'a itaatle olur. Allah'a itaatta ölçü yoktur.
Zâhirde bizim bildiğimiz beş vakit namazdır. Namazdan başka
ibadetler de vardır. Cenâb-ı Hakk:
"Kulum bana nafile ibadetlerle yaklaşır."
buyuruyor.
Nafile ibadetlerin de çeşitleri vardır. Herkesin görüşü bir
değildir. Çeşitli mezhepler vardır. Şafî mezhebi, Hanefi
mezhebi, Hanbeli mezhebi, Maliki mezhepleri var. Bunlarda başka ameller
eftal olmuş. Biz de başka ameller eftal olmuş.
Şafilerle, hocaları, meşâyihleri hepsi
orada iken toplu yatsı namazı kıldık. Kaamet okuyorlar, sünneti
kılmıyorlar, hemen farzı kılıyorlar. İmam olan
hoca efendi de ayağından çorapları çıkarıyor. Halbuki
bizde çorapsız namaz kılmak eftal değil. Namaz kıldıktan
sonra duayı da yaptılar. Fakat Horasan Müftüsü Muhammed Sıddık
Efendi:
- "Her zaman biz size tâbi oluyoruz. Bu sefer de siz bize tâbi oldunuz.
Duanın evvelinde fazilet var, âhirinde de fazilet var "dedi.
Biz önce sünnet; farz, son sünnet, vitri vâcib kılarız. Onlar ne
yaptı? Farzı kılıp dua ettiler sonra da tekrar iki rekat sünnet
kıldılar. Ama sünneti herkes kendi kendine kıldı. Başka
da dua etmediler. Vitri hiç kılmıyorlar. Yatsıdan ayrı
olarak, gece namazı olarak vitr kılıyorlar. Şimdi burada
farklılıklar var. Bütün ameller seçildikten sonra bir fazilet aranmış.
Edille-i Şeriyye ile aranmış. "Kulum bana nâfile
ibadetle yaklaşır" buyuruyor ya Cenâb-ı Hakk. Büyüklerden
birisi buyuruyor:
Savm, salat,
hac ile sanma biter zâhid işin
İnsan-ı
kâmil olmaya lâzım olan irfân imiş
Bu da bir ilimdir.
Kalb ilmini bilenler meşâyihlerdir. Çünkü onlar kalb ilmi okurlar. Cenâb-ı
Hakk bizi inanmış olarak göndermişse bize kâr ve zarar bildirmiş.
Manevî kârımız itaat, zarar ise Allah'a isyan etmektir. Fakat isyan
edenler müsavi değiller, itaat edenler de müsavi değiller. İtaat
edenler müsavi olsalar bile, birisi daha makbul olur. Diğerinin ki o kadar
olmaz.
İlim, amel, ihlas ile itaatlar tamam oluyor. İlim:
Allah'ı bilmektir. Amel: Bildiğini işlemektir. İhlas: İlmini
de, amelini de Allah'tan bilmektir.
Bu ilmi, Allah verdi, bu ameli Allah verdi. Cenâb-ı Hakk fırsat verdi,
kuvvet ve gayret verdi. Onun verdiği güçle ben bu ameli işledim.
İşte ihlas budur. Esas ihlasın anlamı: Ben yapamadım, işlemedim,
bilemedim.
Onun için, itaatı makbul olan kimse yaptığıyla övünmeyendir.
Yapamadım zannedendir. Diğeri de itaat işlemiştir. Ama
makbul olanı yapamadım diye düşünüyor. Onun için Cenâb-ı
Hakk amelinizi, ibadetinizi rızası dahilinde istiyor. Benim ilmim yok
diye üzülmeyin, ilim Allah'ı bilmektir. Herkes bildiğinin âlimidir.
İlmimiz inancımızdan.
"Herkes bildiği ile amel ederse, biz bilmediklerini ona öğretiriz."
Burada "bilmediklerini biz ona öğretiriz" diyen Cenâb-ı
Hakk, insanlara ilhâmı kalbinden doğduruyor. Hoca ilmi, medrese ilmi
de inkâr edilmez. Hoca ve medrese ilmi ile de tasavvuf bulunmuştur. Fazîlet
var. Amellerin makbulleri, amellerin kıymetlileri bunlarla bilinmiştir.
Bir zâhir ulema kendi bildiği ile kalırsa, ilminden, amelinden dolayı
bir kâmile kendini teslim etmezse, bir kâmil insan bulamazsa onun ilminden,
amelinden ledünnî doğmaz. İlmi olsa bile. Eğer bir kâmile
teslim olmazsa, ilmi yüksek de olsa ondan ledünnî doğmaz. Çünkü:
Söz ile bir kalbe doğmaz ledünni
Bütün azaları dil olmayınca
Nefsi emmârenin bilinmez fendi
Gönül şehri bahr-i Nil olmayınca
Her kalbe ledünni doğmaz, bütün azaları dil olmayınca. Evet, bütün
azaları yasaklardan korumalıdır zâhirde. Ama mâneviyatta, tarîkatta
anlamı bu değildir. Bütün azalara zikir yaptıracaksın. Bütün
azalar denilince vücudunda kılların dahi zikir yapacak. "Çok
zikredin" diye Cenâb-ı Allah'ın bir emri var. Rakam vermiyor.
Çok zikredin diyor. Bunu tasavvuf alimi nasıl izah ediyor? Diyor ki:
"Zikren kesîrâ"
Bunun manası ancak müntehide olana tecelli eder. Bir de kesîrin manası
tecelli etmez. Kesîr demek, rakam yok demek. Sabahtan akşama kadar
zikretmek demek. Müptedi irâde sahibi. Bunda rakam var. Kelâm-ı kibârda
buyurulmuş:
Özün bir pîre teslim et müdâvim
ol kapısında
Meşâyihten murad şâhım mürebbî kâmil olmaktır
Mürebbî kâmil: Mürşit,
en üstün terbiye edici.
Hem mürebbîdir, O'nu bir yetiştiren var ama kendiliğinden yetişmemiş.
Mevlânâ'yı o kadar ilmi ile bir yetiştiren var. Eğer kendiliğinden
yetişmiş olsaydı Abdurrahman Câmi Hazretleri, o kadar ilmi ile
yetiştirdi. Nice âbidler amelleri ile kendilerini yetiştirirlerdi.
Yetiştirememiş bunlar. Yarıda kalmış. "Mûtû
kable en temûtû" sırrına mazhar olamamışlardır.
Mürebbi olmak kimdedir ? "Mûtû kable en temûtû"sırrına
mazhar olmaktır. "Mûtû kable en temûtû"sırrına
ermemişse bir insan, yetişmemiştir. Yetiştirici değildir.
"Mûtû kable en temûtû"sırrına kimler mazhar olur
? Ancak râbıta sahipleri mazhar olur.. Yani kâmil mükemmil mürşidi
kendisine hakikat aynası yaparsa.. Evliyaullah hakikat aynasıdır.
Hak aynasıdır. Orda kendisini bilir, aynada kendi eksiklerini görür
ve tamamlar. Başka yerde tamamlayamaz.
Bu denli ilme mâlik iken iblis
Senin ilmin bilmedi o telbis
Bu kadar ilmi ile imansız gitmiş. Öyle ise insan bir hakikat aynasının
karşısına geçecek ki noksanını bilsin. Zaten Cenâb-ı
Hakk bizi noksan yaratmış ama biz noksanımızı
bilemiyoruz. "Kişi noksanını bilmek gibi irfan olamaz"
Ama sen ârif olmak için noksanını bileceksin. Noksanını
bilemiyorsan, sen kendini çok mahâretli, hünerli, marifetli biliyorsun.
Noksanını nasıl bileceksin? Hakikat aynasının karşısına
geçersen, yani bir râbıta sahibi olursan.
Bakın, kelâmlara bakın:
Mn aref sırrına vakıf olmadın
Çok
muhbire vardım haber almadım
Her giz bundan eşed bir derd görmedim
Aslımdan bir haber vern yok bana
Çok habercilere gittim de onlardan kıymetli bir söz
alamadım. Nereden geldiğimi onlar bana bildiremediler. Nereye gideceğimizi
de söyleyemediler. Nereden gelip nereye gideceğimizi bilememek ise, benim
için bundan daha büyük dert bundan daha büyük ihtilaf olamaz.
Bak ne diyor:
Râbıtamda Hazreti Pîre dedim Ey Sâmi'yâ
Geldiğim
bilmem ne içindir bu dünyadan garaz
Râbıta yapmış, hakikat aynasının karşısına
geçmiş. Bu dünyaya niye geldiğini bilmiş ama nasıl bilmiş?
Bak:
Hep zuhûrat pîrimindir yazdığım
aklamiye
Dedi ikmâl-i meratibdir bu süflâdan garaz
Aklamiye: Sözler.
Anasır-ı zıddıyet var sende. Çok muhalif olan dört madde
var. Sen bu dört muhalif maddeyi çevirdin, tebdil ettinse işte o zaman
sen nerden geldiğini de bildin, nereye gideceğini de bilirsin.
Bu gelmek gitmek, sadece doğmak, ölmek değil efendiler. Zaten herkes
doğuyor, ölüyor. Bu herkesin gördüğü bildiği bir şey.
Bu gelmek, gitmek bizim bürhânımız (Bürhân: Kurtuluş).
Nerden gelmiş, niye gelmiş, nereye gidecek bilmektir.
Bunu herkes bilmez. Ancak bunu bildiren meşâyihtir. Bildirmekten maksat,
seni ulaştırıyor. Senin ruhun çok yüksek, ulvî bir makamdan
geldi. Fakat, o yüksek, o ulvî makama sen çıkamıyorsun.
Gidemiyorsun, ancak seni götüren kim oluyor?
Meşâyihin oluyor.
Canım kurban olsun Resulullah'a
Bizi kabul etti âli dergâha
Emreyledi şeyhim Muhammed Şâha
Çıkardı
zulmetten bâlâya bizi
Bâlâ nedir ? Yüksek demek. Zulmet bu dünya, zemin. Zulmet bu dünyadır.
Anasır-ı zıddiyetimizi çeviremedikse zulmetteyiz. Noksan sıfatımızı
çevirmedikse cesedimiz de zulmettedir. Cesedimiz de nefsimizin, vücudumuzun
zindanı.. Bu ruhu zindandan kurtarmak lâzımdır.
Nasıl kurtaracaksın ? Bir meşâyihe gider nefsini teslim
edersen o senin ruhunu nefsinden kurtarır. Bunun için, insandan, bir kimse
de sultanî zikir meydana gelirse, onun sadece kalbi zikretmiyor, bütün azâları
zikrediyor. Onun vücudundaki bütün kılları zikrediyor. Bir de eğer
onda kalp alemi açılıyorsa, kalp alemi açılınca kalbin
hakikatinde bütün mükevvenâtta halkıyyeti,
Cenâb-ı Allah'ın hakikatı var o kalpte.
Bütün nebatâtın büyümesi gibi, onların hepsi bir vücut gösteriyorlar.
Onlar harekete geliyorlar, canlanıyorlar. Onlar canlanınca bu sefer...
Bir nefeste bütün kâinatın nefesi kadar zikreder bir evliyaullah. Ne ile
? Manevî büyüklük ile. Kalbinin açılması ile. Bir insanın
kalbi açılırsa büyük varlık oluyor bu insan. Cenâb-ı
Hakk:
"Arşa kürse hiç bir yere sığmam Ben. Mü'min kulumun
kalbine sığarım."
diyor. Onun için kalp Beyt-i Celîl'dir. Bütün insanların mı?
Haşa, bazı insanların. Gâfil olan insanların kalbi nedir?
Onların kalbi de, affedersiniz bir mezbeleliktir, pistir. Onların
kalbi pistir. Ama Allah'ı zikreden kalp, temizdir. Allah'ı zikreden
kalp büyüktür. Allah'ı zikreden kalp geniştir. Ne kadar büyük? Ne
kadar geniş? Akıllar onu idrak edemiyor. Ama ne kadar dar? Ne kadar
pis? Dar dediğimizden daha dar. Tahmin ettiğimizden daha pistir,
affedersiniz. Niye? Çünkü, bak Cenâb-ı Hakk ne buyuruyor? Peygamber
Efendimiz hadisinde ne buyuruyor?
"Gönlünüzde neyi beslerseniz ma'budunuz odur."
Mabut puttur. Bir insan putperest olursa bundan daha pis bir şey olur mu?
Ondan daha habis bir kimse olur mu? Ama kelâmda:
Ey tahâretten habersiz râbıta bilmez habîs
Tahâreti olmayanın cesedi temiz olmadığı gibi, râbıtası
olmayanın da kalbi temiz olmaz. Çünkü râbıta kalpten herşeyi
atar, çıkartır. Râbıta olmazsa o kalpte çok şeyler var.
Onlar mâsivâ ile kirlenmiştir, paslanmıştır, mülevves
olmuştur.
[ Tasavvuf Sohbetleri 1 ]
|