|
"İlim
bildirir amel yakınlaştırır, İhlas kazandırır.
İhlası veran Allah'tır."
|
124 bin
peygamber gelmiş geçmiş. İmâm-ı Azam'ın belirttiği
gibi kitap, sünnet, icma, kıyas. Kıyâs-ı fukaha ile 124 bin
peygamberin gelip geçtiğini bize bildiriyorlar.
Hz. Âdem'in
10 bin senelik bir devri var. Dünyanın 70 bin sene ömrü varmış.
7 kavim gelmiş geçmiş. En son Hz. Adem. 124 bin peygamber gelmiş
geçmiş. Demek ki Peygamber Efendimiz ile Hz. İsa Aleyhisselam arasındaki
süre içinde 600 küsur sene hiç peygamber gelmemiş. Ama
ondan evvel Ben-i İsrail peygamberleri sık sık gelmişler,
teker teker gelmişler. 3'ü 5'i bir arada olmuşlar. İşte Hz.
Musa peygamber, Harun Aleyhisselam, Şuayb Aleyhisselam. Çünkü Musa Kelîmullah'da
Şuayb'ten kalma. O da peygamber. Bunların hepsi Allah tarafından
gönderilmiş. Halkı dalaletten kurtarmak için, halkı irşat
için. Halkı Hakk'a yöneltmek için. Görevleri bu.
Onun için
sormuşlar:
- "Ya
Kelîmullah, bu asırda senden daha âlim kimse var mı?"
- "Bu
asırda Tevrat'tan daha âlim kimse olamaz. Tevrat indi diye önceki
kitapların hükmü ortadan kaldırıldı. Tevrat da bana indi
bu da haktır."
Böyle
deyince, bir ateşe suyu dökünce nasıl sönerse, gönlünde Tevrat'a
olan sevgisi gitmiş. Peygamberlerde zelle olmuştur. Musa Kelîmullah'ın
öyle demesi Cenâb-ı Hakk'a karşı bir noksanlık oldu. Cenâb-ı
Hakk da O'nu Hızır Aleyhisselam'a gönderdi. Mesela: İbrahim
Aleyhisselam efendimiz üç gün üst üste oruç tutmuş. Misafirsiz olunca
açmıyor orucunu. Misafirsiz yemek yemiyor, su içmiyor. Üç gün misafir
gelmemiş. O da üç gün yemek yememiş, ne de bir şey içmiş.
Oruç tutmuş ve de gönlüne gelmiş.
- "Benim
gibi var mı? Üç gündür oruç tutuyorum." demiş.
Cenâb-ı
Hakk demiş ki:
- "Ya
İbrâhim git sahile doğru da hikmetlerimi gör."
Sahile doğru
iniyor. Çöller.. Çölde insan değil, canlı bir şey yok. Tek âbid'i
görüyor. Âbid orada ibadet yapıyor. Yiyeceği yok. İçeceği
yok. Âbid'i görünce selam veriyor. Âbid:
-
"Aleykümselam." diyerek secdeye kapanıyor.
-
"Rabbim ihsanına şükrolsun. Rabbim ihsanına şükrolsun
ki bana iftarımın gününde ihsan gönderdi." diyor.
İbrâhim
Aleyhisselam soruyor :
-
"Sen kaç gündür oruç tutuyorsun?"
-
"Bir aydır oruç tutuyorum." diyor. Aydan aya orucumu açarım
diyor.
İbrâhim
Aleyhisselam o zaman öyle teaccübe varıyor ki, öyle mahcubiyet duyuyor
ki.. Ben üç gün oruç tuttum da benim gibi var mı diye âlem yaptım
zannettim. Âbid bir dua ediyor. Gaipten bir sofra geliyor. Beraber yiyorlar.
Şükrediyorlar, sohbet ediyorlar. Ayrılacağı zaman:
-
"Senden daha büyük bir âbid biliyor musun?" diyor.
-
"Var. Bu yoldan gideceksin. Bu çölde sana bir âbid rastlar. Üç gün,
beş gün gideceksin. O benden çok üstündür. O 60 günde bir iftar
eder." demiş.
O âbid'i
de gide gide buluyor. O da karşılaşınca secdeye kapanıyor.
Allah'a dua, şükrediyor.
-
"Allah'ım bu günümde bana ihsan gönderdin." diyor.
İbrâhim
Aleyhisselam soruyor:
- "Ey
Abid kaç gündür oruç tutuyorsun sen?"
O da:
- "60
gün." diye cevap verince İbrahim Aleyhisselam çok üzülüyor. Teaccübe
kapılıyor.
Eğer
insan ibadetten gurur duyarsa, yaptım diye düşünürse o da kıymetli
değil. Ameli güzel işle. İşlememiş gibi bil. O amel
bir emniyet veriyorsa, makbul değil.
Neyse
ikisi bir açıyorlar oruçlarını.
- "60
gündür oruçluydum." diyor.
Oradaki
bir ahuya işaret ediyor. Sofraları geliyor. Yiyorlar içiyorlar. Geyik
büryan oluyor. Sonra sabah oluyor.
Âbid'e:
-
"Senden daha üstün, daha yüksek amel işleyen bir âbid var mı?"
diye soruyor. O:
-
"Deniz kıyısına kadar ineceksin orada bir âbid var, o
orucunu 90 günde açıyor." diyor.
Gidip onu
da buluyor. O da selamını alınca, o da secdeye kapanıyor.
"Rabbimin
ihsanına çok şükür ki bugün iftarımın gününde bana bir
kulunu misafir gönderdi." diyor.
Oruçlarını
açacakları zaman âbid yanında duran asasını alıyor.
Oradaki yalçın bir taşa vuruyor. Nasıl vuruyorsa oralar hemen yeşeriyor.
Meyvalar oluşuyor. Yemekler oluyor. Yiyorlar sonra sohbet ediyorlar. Âbid:
-"Şu
derenin ortasında bir ada var. O adada benim bir hizmetim var. Bana müsaade
edeceksin onu görüp geleceğim" diyor.
Âbid'in
bir seccadesi varmış atıyor denizin üzerine kayıp gidiyor.
İbrahim Aleyhisselam'da postunu atıyor, onun arkasından "Ya
Allah! Bismillah" deyip o da denize dalıyor ve yüzüyor. Halbuki o âbid
İbrahim Aleyhisselamın şeriatını yaşıyor. Ama
onu görmemiş. Âbid bakıyor ki suya batmadan geliyor. Bu yetişkin
insan kim diye şaşırıyor.
Adaya çıkıyorlar.
Adada çok azametli bir aslan varmış. İnsanları diri diri
yutacak kadar güçlü. Âbid diyor ki:
- "Bu
aslan buranın bekçisi. Benden gayrısını buruya koymaz"
diyor.
İbrahim
Aleyhisselam yola devam ediyor. Aslan bir kışkırıyor. İbrahim
Aleyhisselam:
-
"Dur!" diyor.
Nübüvvetini
gösteriyor. O zaman aslan sahibine yaltaklanır gibi yaltaklanıyor. Bu
durum karşısında âbid'in teaccübü artıyor:
- "Bu
aslan buraya benden başkasını koymazdı" diyor.
Neyse
gidiyorlar. İbadet ne ise yapıp geliyorlar, ayrılacaklar. Âbid'e
diyor ki:
-
"Bana dua et."
Abid öyle
ağlıyor ki, hıçkıra hıçkıra ağlıyor.
-
"Niye ağlıyorsun?" diyor.
-
"Sen benden dua istiyorsun. Benim kırk senelik bir arzum var.
Rabbimden istiyorum da vermiyor" diyor.
-
"Nedir bu arzun?" diye soruyor.
- "Kırk
sene evvel ben bu adadan, bu karaya girerken denizde bir oğlan çocuğu
gördüm. O gördüğüm yüzün etkisindeyim. O kadar güzeldi ki bir türlü
unutamıyorum. Suyun yüzüne çıkan o yüzün o görünüşünü
bir türlü unutamıyorum. O gördüğüm yüze bakamadım. Gözlerim
kamaştı" diyor. Ben bu çocuğa sordum:
-
"Sen kimsin?"
- "
Ben Allah'ın dostu İbrahim'in oğlu İsmail'im dedi. O
zamandan beri buna âşık oldum."
(Bak işte bunlar râbıta)
-
"Yarabbi diyorum. Bu İbrahim Aleyhisselam ne kadar güzeldi ki oğlu
bana bu kadar güzel göründü diye düşünüyorum" diyor. "Ne
kadar güzel onu da bir göreyim" diyor.
Kırk
senedir o hayali çekiyor. Kırk sene sonra İbrâhim Aleyhisselam'ı
görüyor. O sevgiye ulaşıyor.
Peki Musa
Kelîmullah ne oluyor? "Tevrat bana geldi. Ondan üstün kitap yoktur"
deyince Allah ondan ateşe suyun döküldüğü gibi Tevrat'ın aşkını
alıyor. Bir daha Tevrat okumak istemiyor. Eline almak istemiyor. O zaman
Allah'a yalvarıyor.
- "Ne
olur benden Tevrat'ın aşkını aldın. İçimde bir aşk
var onu bana ver." diyor.
Allah-u
Tealâ diyor ki:
- "Ya
Kelîmullah! Sen dedin ki, "Benden daha âlim kimse olamaz." Bizim öyle
kullarımız var ki biz onlara kendi ilmimizden ilim vermişiz. Sen
hiç bilmiyorsun."
O da:
-
"Yarabbi! O ilmi de ihsan et bana" diye dua etti.
O zaman
Cenâb-ı Hakk, Hızır Aleyhisselam'a gönderdi Musa'yı. Nerde
buluşacağını, nasıl buluşacağını, işaretler
ne, neler olacak? Hatta Cenâb-ı Hakk emrediyor. Halasının oğlu
"Yuşa'yı arkadaş olarak al" diyor. Bir de diyor
ki:
- "Azığının
içerisinde muhakkak kızarmış balık bulunsun. Yolculuğunuz
deniz kenarında olacak. Her acıktığınız yerde çantanızı
açın. O pişmiş balık nerde canlanır, deryaya dalarsa
orda buluşacaksınız" diyor.
Cenâb-ı
Hakk'ın böyle emirleri üzerine Hızır Aleyhisselam'ı
buluyor. Onunla deryalarda yolculuk yapıyor. Köyleri, kasabaları geçiyorlar.
Hızır Aleyhisselam'ın zâhirdeki yaptığı işler
Musa Kelimullah'a ters geliyor. Bakıyor ki hep suç işledikleri...
Cinayet, vapuru delmesi. Vapuru kırıyor. Kendileri de içinde. Bir
hayli insan var içinde. Sen bu gemiyi niye deliyorsun diye Musa Kelimullah karşı
çıkıyor.
Ama yalnız
Hızır Aleyhisselam'ı buldukları zaman. Pişmiş balık
dirildi. Denize gitti. Orada buldu nurlu bir insan. Hızır Aleyhisselam
sanki bir kumandanmış gibi. Musa Kelimullah onun yanına öyle bir
gitti ki yakasını toparlayarak gitti. Ve ondan müsaade almadan selam
da vermedi.
-
"Efendim, bizim Tevrat'ta selam farzdır. Sizin şeriatınız
da da varmıdır selam?"
-
"Vardır." Selamlaştılar.
-
"Beni Cenâb-ı Hakk size gönderdi bir ilim varmış onu öğreteceksiniz"
dedi.
-
"Sen öğrenemezsin."
- "Niçin?"
-
"Benim işlerim sana hep ters gelir. Sen benimle arkadaşlık
edemezsin. Benden öğrenmen için benimle bir zaman arkadaşlık
etmen lâzım. Fakat benim işlerime sabredemezsin" dedi.
-
"Ederim" dedi. Şartlaştılar.
-
"Benim hiç bir işime karışmayacaksın. Ne yaparsam karışmayacaksın.
Karıştığın müddetçe ayrılırız."
Ama karıştı.
-
"Niye deliyorsun bu gemiyi?" dedi.
Çocuk öldürdü ise:
- "Bu
çocuğu niye öldürdün?" dedi.
Bir duvar
yaptı ise:
-
"Sen bu duvarı niye yaptın?" dedi.
-
"Gemiyi niçin deldin?"
Cenâb-ı
Hakk bildirmiş ki:
- "Ey
kulum bu gemiyi del ki içerisinde bana itaat eden has kullarım var. Eğer
gemi karaya çıkarsa orada bir zâlim padişah var, o onlara kötülük
edecek."
Kimlerin
elinde şahsî gemileri varsa ellerinden çekip alıyormuş. Eğer
kırmasaymış gemiyi, padişah alacakmış elinden.
Onun için bildiriyor ki gemi arızalı görünsün de padişah
ellerinden almasın.
Hakikaten
karaya uğradılar. Arızalı olduğu için padişah
gemiyi almadı. Onlar da arızayı onarıp, yollarına devam
ettiler. Bunu Hz. Musa'ya izah edince hakikaten Hz. Musa bakıyor ki, gemiyi
kırarken suç göründü ama büyük bir tehlikeyi atlatmış. Çocuğu
öldürmek ona suç göründü. Duvarı yaptı. Duvarı yapmak ona
zor geldi.
-"Bu
köyün insanları bizi aç bıraktı." diyor. Ama yağıştan
ve rutubetten o köyü kurtarmış oluyorlar.
Onun için
zâhir ilmi var. Bâtın ilmi var. Bâtın ilmi ise insanların
kalbinde yazılı. Bunlar Kelâm-ı kibârda vardır.
"Sebul-Mesânî"dir
yüzü nutk-u Mesîhâ'dır sözü
Fatiha
suresi okuyanın gönlü fetholur. Gönlünde Allah'tan başka arzu
kalmaz.
Evliyaullahın
kelâmları, sözleri nefesleri bizim için mülktür.
Hadis-i
Şerîf var:
"Benim
ümmetimin velileri Ben-i İsrail'in Peygamberleri derecesindedir."
Hz. İsa
sözleri ve nefesi ile ölüleri diriltmiş. Kalk dediği zaman
diriliyor. Hz. İsa Benî İsrail peygamberlerinden, Ümmet-i
Muhammed'in velileri de onun derecesinde. O Peygamber. Peygamberin mucizeleri aşikâr
oldu. Velilerin ki kerâmetle. Kerâmet gizli kalır. Evliyaullahlar kerâmetleri
ancak emirle işlerler. Emirlerini kim verir? Resulullah Efendimiz verir.
Kerâmet
deyince: Bir tasarruf vardır. Bir de kerâmet vardır. Kerâmet
insanların gözü ile gördükleri şey. Beşeriyetin gücü ile
yapamadıklarını Evliyaullah kerâmeti ile yapar. Allah'a itaatını
yapan insanlarda kerâmet vardır. Meşâyih olmak gerekmez.
Meşâyih
için tasarruf önemli. Yüz bin kerâmet olsaydı da Şems gösterseydi.
Mevlânâ yine ayılmazdı. Şems tasarruf etti, kendi velâyetine
aldı Mevlânâ'yı. İstemediği hareketleri yaptırdı.
Mevlânâ yapmıyor. Bir alet o. Hareketleri Şems yaptırıyor.
Tasarruf bu.
Nuru
Muhammed'dir özü
Demek:
Evliyaullah Peygamber Efendimizin nurunu taşıyor. Peygamber
Efendimizin nuru dünyadan çekilmemiştir.
Murâdın
teşrif miractan vücudu âlemin gezdin
Zemin ü
âsûmânın nuru sensin yâ Resûlallah
...
Hitab-ı
"kün fekan" erdi zuhura geldi akl-ı küll
Feleklere
gulgule düştü kamu esmâda yangın var
...
Saadet
burcunun sultanı sensin yâ Resûlallah
Kamu
dertlilerin dermânı sensin yâ Resûlallah
Dahi hem
âlem-i amâda iken cümle esmâlar
Zuhûr-u
âlem-i ayânı sensin yâ Resulallah
Âlem-i Amâ:
Görünmeyen bir âlemde, gaipteydiler.
Cenâb-ı
Hakk:
" Bütün
eşyaları habibim senin için halk ettim." diyor. Bütün eşyalar
esmâdır. Seni halk ettim sonra senin için bu esmâları halk ettim
diyor.
Dahi hem
âlem-i amâda iken cümle esmâlar.
Eşyalarda
isim var. Bitkilerde isim var. İnsanlarda da isim var. Cemâdâtta da isim
var. Meleklerde de isim var. Cinlerde de isim var. Bunlar yok iken var oldu.
Veya Cenâb-ı Hakk'ın binbir ismi onlara bildirildi. Cenâb-ı
Allah buyuruyor ki:
"Biz
insanları, cinleri halk ettik ki bizi mabut bilsinler."
"Küntü
kenzen mahviyyen." diye fermanı var.
Burada da,
biz gizli hazine idik. İnsanları cinleri halk ettik ki bizi bilsinler.
Gizli hazine idik aşikâr olmak için, insanları cinleri halk ettik.
Ancak insanlar ilimleri ve amelleri ile Cenâb-ı Hakk'ın esmâ nuruna
ulaşıyorlar. İsimlerin sırrına, zâtının
nuruna mazhar olamıyorlar.
Dahi hem
âlem-i amâda iken cümle esmâlar,
Zuhûr-u
âlem-i ayânı sensin yâ Resûlallah.
Bütün bu
yok olanların zuhûra gelmesine var olmasına sebep sensin.
Zuhârâtın
mukaddemdir melâik ins ü cinden hem
Dü âlemde
Ebû'l-ervah ki sensin yâ Resûlallah.
Bu âlemde
de öbür âlemde de Ebû'l-ervah sensin. İki âlemde de sensin. Niye ? Dünyada
Peygamber Efendimize ümmet olmak, O'nun şefaatini kazandırıyor.
O'na inanmak, O'nun sünnetini işlemek. Peygamber Efendimiz buyuruyor:
"Benim
evladım benim peşimden gelendir. Sülbümden gelen değildir."
Her kim ki
kitabı sünneti yaşıyorsa Peygamber Efendimizin evladıdır.
Ahirette de şefaat edecek. Şefaat etmezse kurtulamayacağız.
Murâdın
teşrif miractan vücudu âlemin gezdin
Zemin ü
âsûmânın nuru sensin yâ Resûlallah
Zemin: Yer, dünya. Âsumân: Gökler.
Eğer
göklerde Peygamber Efendimizin nuru kesilse, güneş ziyasını
vermez. Yerden eğer Peygamber Efendimizin nuru kesilse hiç bir ot bitmez.
Hiç bir şey de hayat olmaz.
Burada
şimdi esrarları var. Sırları var. Miraca teşrif etmekte
maksadın, vücudu âlemin gezdin.
Peygamber
Efendimizin miracı ikidir.
1. Ruhun
Miracı ile Cenâb-ı Hakk'ın ne kadar varlığı var
ise güneş, ay, yıldızlar onları kalbinde seyretti.
2.
Cisminin Miracı ile göklere yükseldi.
Yerler ile
gökler iddia ettiler. Gökler yüksek olmakla kendilerini iyi görmüşler:
-"Biz
daha şerefliyiz" demişler.
Yerler de
demiş ki:
-"Yüksek
olmakta ne var? Allah'a itaat eden bütün insanlar bende yaşıyor.
benim üstümde geziyorlar. Ben onları büyütüyorum".
Bil neden
oldu bu yerin adı yer
Kim meğer
üstâdı yer şakirdi yer
...
Doğurur
kendisi besler yine sonra seni yer
Sana bir
zehr içirir sanma ki yarası geçer
[ Tasavvuf Sohbetleri 1 ]
|