[ Tasavvuf Sohbetleri 1 ]




 




"Tasavvuf nefsin hezimeti, rûhun zaferidir."


Yeriniz aşağıda kaldı ama gönlünüz yukarıda kalsın. Allah tarîkatımızı anlamak, yaşamak nasip etsin. Allah'a şükür. Tarîkatımız Nakşibendi. Allah cemaatimizi arzusuna ulaştırsın. Tarîkatımızın en son makamına ulaştırılsın.

Tarîkımız Tarîk-i Nakşibendî
Kamu ehl-i tarîkin serbülendi


Bütün tarîkatlardan üstün bizim tarîkatımız. Ben söylemiyorum. Kelâm-ı kibâr söylemiş:

Girenler hâb-ı gafletten uyandı
Zuhûratı pîrimden söylerem ben


Allah'a şükür. Çok şükür. Zamanımızda battal tarîkatlar da var. Küfrî tarîkatlar da var. Allah onlardan bizi korumuş. Muhafaza etmiş.

Küfrî tarîkat hangisi? Şeriatı olmayan tarîkat küfrî tarîkat. Hak değildir onlar. Bâtıldır. Tarîk-i Nakşibendiye'ye dahil olanlar eğer o yolu takip ederlerse muhakkak veli olacaklar. Velâyete ulaşacaklar. Eğer o yolu takip ederlerse. Allah kaydırmasın. Öbür tarîkatlar için de.

Bırak bu mâsiva ile hevâyı
Pîr-i Sami gibi bul rehnümâyı
Delîl eyle O zât-ı evliyâyı
Bu berzah âlemin geçmek dilersen
Bekâ gülşânına göçmek dilersen


Rehnümâ: Yol gösterici. Mâsivâ ile hevâ: Dünya arzuları.

Allah'a şükür Cenâb-ı Hakk büyük ihsanda bulunmuş bize. Büyük lütufta bulunmuş. Bu da bizim bildiğimizden değil. Hamdolsun çok şükür.

İllet, gıllet, zıllet. Bunlar Allah'tan gelir. İllet de olsa, gıllet de olsa, zıllet de olsa hiçbirini geri çeviremeyiz. Geri çevirmeye gücümüz yok. Onun için razı olalım. Yeter ki kalbimiz sâfi olsun. Sâfi olmayan kalp sohbeti celbetmez. Büyüğün küçüğe, sohbet nasihat etmesi sünnet imiş.

Büyük Allah, büyük Pîrimiz.

Allah'a şükür. Hamd ü senâlar olsun. Allah nimetimizin nankörü etmesin. İnkarcısı etmesin. Nimet'imizin kadrini, kıymetini bilelim.

Allah bizi müslüman halk etmiş.

Allah bizi sevgilisine ümmet etmiş.

Allah bizi Peygamber vârislerine tanıtmış.

Bundan ziyâde nimet olur mu? Allah âhiretimize hayır getirsin. Tarîk-i müstakîmden kaydırmasın Cenâb-ı Hakk. Bizim de irâdemiz var. Onu kullanmak, say'ımızı kullanmak farzdır. Tarîk-i müstakîmden kaymamak için sa'yımızı yapacağız. Farzımızı koruyacağız.

Bir gün Peygamber Efendimiz ashabının gözü önünde iki daire çizmiş. O daireyi bir hatla bağlamış. O hattan sağa sola çizgiler çekmiş demiş ki:

- "Bu dairenin birisi biziz. Buraya gelip gireceksiniz. Bu hat da Allah'a giden yol. Bu daire Allah'ın azameti. Oraya gitmek için bizim dairemize gireceksiniz. Bu hattan çıkan çizgilere ayrılmayın. Bunların her birisinin başında şeytan var. Helâk olursunuz."

İşte bu nedir? Bu kitap, sünnet. Öyle değil mi? Öyle.

Peygamber Efendimiz öyle buyuruyor.

"Ben iki şey bıraktım. Kitapla sünnetimi bıraktım. Kitap ve sünnete sarılanlar, Nuh'un gemisine binip, Nuh tufanından kurtulan gibi kurtulanlardır. Küfrün arz üzerine istila ettiği zamanlarda. Ümmetimden her kim ki kitap ve sünnetime sarılırlarsa, onlar Nuh'un büyük tufanında, Nuh'un gemisine binip kurtulanlar gibi kurtulacaklardır. Küfür deryâlarında boğulmaktan kurtulurlar. İşte biz şimdi bu zamanı yaşıyoruz." Dikkat edelim. Allah bize madem ki bir şeriat, tarîkat nasip etti. Bir delilimiz var. O delilimizin izini izleyelim. Onun izinden ayrılmayalım. Delilimiz kim burada? Şeyh Efendimiz, rehberimiz. Onun izinden ayrılmayalım. Çünkü o da Allah'ın emri:

"Sizler sâdıklarla olun" buyuruyor. Sâdıkların yolunda olmak lâzım. Sâdıklar kimler? Meşâyihlerimiz.

Bir de buyuruyor ki:

"Hangi kavme kendinizi teşbih ederseniz o kavimle haşr olursunuz."

Şunu kabul etmek lâzım ki, kitaptan, sünnetten ayrılıyor insanlar. Hâricîlerin, Avrupalıların yaşantıları girmiş içimize. Bu girince amelden ibadetten yoksun etmiş insanları. Onun için biz Allah'a şükür bir delil bulmuşsak, delilimiz, mürşidimiz ne diyor, ne buyuruyorsa onu yapalım.

Buyuruyorlar ki:

"Mürit, hâli, fiili, ameli, ile terakki eder."

Bir de mürit dört harften ibarettir:

1. Mim. 2. Ra. 3. Ye. 4. Dal.

Mim'den mânâ: Peygamber Efendimize olan muhabbettir. Çünkü:

Muhabbetten Muhammed oldu hâsıl
Muhammed'siz muhabbetten ne hâsıl

...

Muhabbetten murad ancak Muhammed hâsıl olmaktadır
Muhammed'den murad şahım visâle vâsıl olmaktır.


Bu ne ? Cenâb-ı Hakk buyuruyor ki:

"Habibim ben seni muhabbetimden yarattım. Sevgimden yarattım. Habibim seni seven beni sever. Seni sevmeyen beni sevemez."

Bunlar hep hadise dayanıyor. Demek ki burada Mim'den manâ müridin Peygambere, Allah'a olan muhabbetidir. Meşâyih'e de olan muhabbetidir. Allah'a, Resulullah'a olan muhabbetse: Kul Ru'yetullah'a neyle mazhar olur? Ancak Resulullah'ın muhabbeti ile mazhar olur.

Mürit'te üç şart:

1. Dâimâ vücudu abdestli, 2. Lokmada ihtiyat, 3. Hıfzı nispet

Bir de mürit, hâli, fiili, ameli ile terakki eder. Fiiliyatı müridin irâdesine bağlanmış. Hâl ise irâdenin dışında kalmış. Onun için "hâlinizi düşünmeyin, fiilinizi düşünün" buyuruyor büyüklerimiz.

Amellerimiz: Emr olunan ibadetimiz ve tarîkattaki hizmetimizdir.

Fiiliyatı: Yaşantısı, sözleri, konuşması, alması, vermesi. Hep bunları kitaba, sünnete tatbik edecek.

Hâli: İrâdenin dışında kalmış. Basıt hali, kabız hali veyahut da onda olan meşakkatli, mihnetli günleri. Bir de sefâlı, sürûrlu günleri. Bir de müridin kalbinde tecelli eden kabız hâli, basıt hâli var. Kabız hâli sıkıcı bir hâl. Elinde değil, gelir. Basıt hâli ise müridin çok ferah, rahat olduğu zamanlardır. Bunların ikisi de gelir, gider.

"Gam gelmez dememişler. Gam eğlenmez demişler."

Bunlar büyüklerin kelâmları, emirleri.

Bir de buyuruyorlar ki:

"Fikir, şükür, zikir ile mürit terakki eder."

Şükür nimetini artırır. Allah onu müslüman halk etmiş. Allah onu habibine ümmet etmiş. Allah ona Peygamber vârisi olan velileri tanıtmış. Sevdirmiş. Buna şükredecek.Çok şükredecek ki nimeti artsın. Cenâb-ı Hakk öyle buyurmuyor mu?

"Kulum nimetinin kıymetini bilirse Biz onun nimetini artırırız. Bilmezse onun nimetini elinden alırız."

Şükür, demek ki nimetimizi artırır.

Fikir de bizi tarik-i müstakîmden ayırmaz. Her sözümüzü düşünerek söylersek. Şeriatımıza, tarîkatımıza uygun mudur? Değil midir? Uygunsa söyle. Değilse söyleme. Her işimizi düşünerek yaparsak tarik-i müstakimden ayrılmayız. Peygamber Efendimizin buyurduğu gibi:

"Bu hattan ayrılırsanız, ayrıldığınız o hatların her birinin başında bir şeytan var. Helâk olursunuz."

Bu da nedir? Zamanımızda bid'atlar artmış. Biz mümkün olduğu kadar bid'atlardan kaçınalım. Sünnetleri işlemeye bakalım.

Bir de zikir var. Zikir de bizi Allah'a ulaştırır. Allah'a yaklaştırır. Daima Allah'ı unutmayacağız. Peygamber Efendimizi unutmayacağız. Meşâyihimizi unutmayacağız. Bunun sa'yında bulunacağız. Sıkıntılı günlerimizde unutmayacağız. Safâlı günlerimizde de unutmayacağız. Unutuyoruz. Sa'y et ki ondan kurtulasın.

Bu nedir? Bir unutkanlık olduğu zaman ondan nedâmet duymasan eğer bu unutkanlığı atamazsınız. Bu birden atılmaz. Zaman zaman, tedricen tedricen olur. Kabız hâli işte budur. Zaman zaman, tedricen tedricen bu azalıyor. Yani Allah'a olan unutkanlığımızı atmak için sa'y edersek Allah'a yaklaşırız. Ayık olmak lâzım. Cenâb-ı Hakk bir kulunun kalbine günde 70 kere nazar eder. Ama, onun ayık olan kulunun kalbi cezbeder. Ayık olmayana cezbetmez.

Yâr dâim sana nazar eyler
Seni gâfil görürse güzâr eyler


Yâr'dan mana: Allah. Daim sana nazar eder. Sen Allah'tan ayık olursan Allah'ın rahmetine vâsıl olursun. Allah'tan gâfil olursan, Allah'ın rahmetinden uzak kalırsın.

"Kulum sen Beni zikret ki Ben de seni zikredeyim." diyor.

İşte zikir de bizim gafletimizi atarsa Allah'a yaklaşırız. Kelâm-ı kibârda ne diyor:

Kul vara vara sultan olur
...
Kapında kul var sultandan içerü
...
Kul iken sultan olursun ta ebed
Vavı gitti evhadin kaldı Ahed


Evet bunlar söylenmişse haktır. Hakikattır. Mecaz kelâmı değil bunlar. İşte Cenâb-ı Hakk günde 70 defa nazar kılar. Kelâm-ı kibârda da geçer:

Günde yetmiş kez hitâb-ı irci'îden bî-haber
"Fedhulî" sırrından âgâh olmayan derviş midir


İşte Cenâb-ı Hakk'ın günde 70 defa nazarını cezbetmek için mümkün olduğu kadar, iş ile de olsak, meşakkat karşısında da olsak, Allah'ı unutmayacağız. Unutmamanın belli bir saati yok. 24 saat içinde ne kadar ayık olursan o kadar o nazarlardan cezbedebilirsin. Ne kadar gâfil olursan o kadar da kaybedersin. Mahrum kalırsın. Ama tarîkatımıza gelince, râbıtamızı unutmayacağız. Bizim gönlümüzün bekçisi râbıta'dır. Bizi gafletten ayıracak, uyaracak olan râbıtadır. Çünkü Ayet-i Kerîme'de Cenâb-ı Hakk:

"Kulum Ben sana şah damarından daha yakınım."
buyuruyor.

Peygamber Efendimiz diyor ki:

"Kul ile Allah arasında 70 bin perde vardır, her perdenin kalınlığı yer ile gök arası kadar."

Abd ü Hak beyninde yüzbin hicâb var
Her hicabda yüzbin sual cevab var
Burada inceden ince hisab var


Abd: Kul. Hak: Allah.

Bu perdeler, bu kalınlıklar, bu uzaklılar ne? Kulun Allah'ı unutmasıdır. Gâfil olmasıdır.

"Kulum Ben sana şah damarından daha yakınım."

Ne zaman ki bir insan kalbinde Allah'ı hiç unutmazsa o kadar yakın. Şah damar ne? İnsanların kalbindeki damar. Vücuda dağılan 366 damarın merkezi. Birleşip, toplaşan derin bir damar. İşte onun için insanlar sultanî zikir olunca, kalbi harekete gelince, kalbi Allah'ı hiç unutmuyorsa, o zaman kalbindeki o merkezi damarlardan azalara da o zikir etki eder ki bütün azaları da zikreder. Onun için:

Söz ile bir kalbe doğmaz ledünnî
Bütün azaları dil olmayınca
Nefs-i emmârenin bilinmez fendi
Gönül şehri bahr-i Nil olmayınca


Söz ile insanların kalbinde ledünni ilmi doğmaz. Ledünni ilmi olmayınca da bütün azaları dil olmaz. Zikretmez. Ama bunun zâhirdeki anlamı bütün yasaklardan korunmaktır. Fakat tasavvufta böyle değil. Tasavvufta eğer bir insan tamamen gafletten kurtulursa, ârifler sınıfına geçerse işte onun bütün azaları dil olur. Niye? Çünkü kalp vücudun padişahı, merkezi. Bir ülkeye nerden emirler çıkar? Padişahtan. Bir ülke nerden idare edilir? Padişahtan. Kalp padişah olduğuna göre, onu muhaliflerden kurtarırsak, yani puthânelikten kalbi kurtarırsak eğer, gafletten kurtulmuş oluruz. Kalp puthâne olur mu? Olur. Gönlümüzde neyi besliyorsak kalbimiz onun puthânesi olur. Neyi seversen mabudun odur.

Gönlümün puthânesinden hubb-u dünya nakşını
Pûte-i aşkında yaktı nârına pervâ gibi


Perva: Kepenek, Kelebek.

Gönlümün puthanesi:
Bütün maddi arzular, istekler. Bunların hepsi cisim olarak gönlünde. Put olarak dolmuş kalbine. Ama bunları silen, yakan, atan kim olur?

Pute-i aşk: Aşk potası... Ancak mabudu, aşkını bilirse bir insan, onun sevgisi kalbinde doğarsa, o zaman onlar hep çıkar. Yanar gider. Onun için buyuruluyor:

Pervâneler geçti ateş bâbından
Azmeyledi gülistandan içerü


Onun için efendiler! Burada bize ne lâzım? Amellerimiz, ibadetimiz. Allah'a şükür ibadetimiz. Tarîkattaki hizmetlerimiz. Bunları yapacağız. Çok azimli olacağız. Fiiliyatımız, yaşantımız, sözlerimiz, oturmamız kalkmamız, giyinmemiz, kazanmamız, harcamamız.. Bunlar da şeriatımıza, tarîkatımıza uygun olacak. Ama hal ise irâdenin dışındadır. Bir gaflet hâli var. Bir de ayıklık hâli var. Gaflet halini azaltmak lâzım. Yani Allah'a olan ayıklığımızı çoğaltmak lâzım. Bu da kalbinizde olan bütün düşüncelerden, bütün sıkıntılardan, kötü niyetlerden kurtulmak, bunları da atmakla olur.

Bunları ne ile atacağız? Zikirle, fikirle, şükürle. Allah'a sığınmakla. Resulullah'a sığınmakla. Mürşidinize sığınmakla. Demek ki mürit kabız halini kendi say'ı ile azaltıyor. Basıt halini çoğaltıyor. Tedricen tedricen, zaman zaman azalıyor, çoğalıyor. Azala, azala ne oluyor ? Affedersiniz, eğer evinizde bir yerde pislik var. Bunu atacaksınız. Eğer bu pisliği atmak uzun sürecekse, bunu atmakla usanırsanız o pislik oradan biter mi? Bitmez paklanmaz. Ama direnecek. Gayret edecek. Say'ı gayret edecek. Yoruldum demeyecek. Usandım demeyecek. Ata ata bitirecek. Gönlümüzde olan kabız hâlimizi azaltmak içinde zaman zaman say'ımızı yapacağız. Bu oluyormuş. Ne zaman ki kabız hali onda tamamen azalıyorsa, bu sefer, hali onda makam oluyor. Makam sahibi oluyor. Hâl gelip giden, makam oturandır. Öyle ise bizim kabız hâlimiz, muhabbetimiz hal oluyor. Öyle ki, müridin gönlüne öyle bir muhabbet doğuyor ki hiç bir şeyi dert etmiyor. Sanki dünya onunmuş gibi rahat, şen, şakrak. Muhabbetli. Bu halinde insanlara çok yarayışlı olur. İnsanları çok sever. Onlara hürmet eder. İhsanda bulunur. Kabız halinde insanları da rencide eder.

Demek ki Allah'a olan unutkanlığımızı, günden güne, herhangi bir işle meşgul olduğumuz zaman aklımıza getirelim. Râbıta sahibine muhakkak O'nun parmağı uzanır.

Râbıta târifesinde diyoruz ki: Bizi bir uyuz köpek şeklinde atmışlar ayaklarının dibine. Şeriat kamçısı ile kamçılıyor. Başımıza vurup terbiye ediyor. İşte bunlar nefsimizin melanetleri, nefsimizin oyunları. İşte Evliyaullah velâyet parmağı ile dürtüp seni uyarıyor, nefsimizden gafletten kurtarıyor. Diyor ki: Ayık ol, kendine gel. Nereye gidiyorsun? Ne konuşuyorsun? Ne yiyorsun? Niye gâfil oldun sen? Gâfil olan kimse öyledir ki.. Gaflette olan kimse âhirette zifiri karanlıkta yatıyor. Uyuyor. Allahtan gâfil olan kimse âhiret kârına karşı öyledir. Zâhirde maddiyette olan bir kimse vermiş kendini, karanlık gecede yatmış uyumuş. O bir kâr sahibi olmaz. Düşmanlardan kendisini koruyamaz. İşte gaflette olanlar âhiret için de böyledir. O zaman da râbıtamız bizi uyarıyor. Aklımıza geldiği zaman bir nedâmet, bir pişmanlık duyacağız. Onu kendimize kusur edineceğiz ki unutmayalım. Unutursak çok sürmesin bu.

Beşerdir ol dâim eyler ziyânı

Nefis seni gaflete düşürmek ister. Nefis dünyaya çok meyyaldir. Onun için gaflete düşürmek ister. Ama senin râbıtan var. Her zaman parmağı ile seni uyarıyor. İşte o uyandırmada nedâmet duyman lâzım. Böyle zaman zaman, günden güne, sende olan gaflet azalıyor. Gaflet azala azala bitecek. Ne zaman bitecek? Ne zaman ki 24 saat hiç Allah'ı unutmuyorsan bitmiş, gaflet kalmamıştır. O zaman ne oluyor. Zâhirin halk ile batının Hak ile oluyor.

O zaman Cenâb-ı Hakk ne diyor?

"Benim öyle kullarım vardır ki onların ticaretleri, zikirlerine mâni değildir." diyor.

O zamana kadar sa'y edeceğiz. Zaten o nimete mâlik olduktan sonra sa'ya gerek kalmıyor.

Allah umduklarınıza ulaştırsın. Allah iki cihanda korktuklarınızdan emin etsin. Allah iki cihanda umduklarınızı nasip etsin.

İşte böyle beylerim. İnanmaktan maksat tutmak. Biz de inandık tarîkata girdikse çalışmak lâzım. Kazanmak lâzım.

"Baba himmet oğul hizmet"


Niye buyurulmuş? Bu tasavvuf kelâmı. Velilerin kelâmı. Abdurrahman Tâgi Hazretlerinin oğlu Ziyaeddin halife çıkacak mertebeye ulaşmış. O dönemde sülûkte işkence çok oluyor, sülûkte insan ölüyor, yeniden diriliyor. Gönlünden geçirmiş ki:

- "Hem şeyhim, hem de babam. Bana evladı olduğum için şefkâti vardır. Mümkün olduğu kadar kolay geçirtir." demiş.

Abdurrahman Tâgi Hazretleri hemen demiş ki:

- "Ziyaeddini alın gelin."

Çıkarmışlar, getirmişler. Bir insanın sülükten çıkacağı zaman koltuklarına iki tane adam girmezse yürüyemiyormuş. Çünkü bir taraftan aşk-ı İlâhi onu ihata etmiş. Bir taraftan da nefsin gıdasını vermemiş. Koltuklarına girmiş, getirmişler. Gelince demiş ki:

- "Oğlum Ziyaeddin! İlmine güvenme. Şeytan aleyyi'l- lâneyi düşün .(Çok âlimmiş.) Ameline güvenme. Bağran-ı Mugarrayı düşün" demiş.

Bağran-ı Mugarra isminde bir âbid varmış. Ameli çokmuş. Çok amel işlemiş. Çok kerâmetleri varmış. Fakat imansız gitmiş. Mürşidi yokmuş. Çünkü itimat edin, mürşidi olmayanlar da amel varlığı olur. Varlık ise şeytanî sıfattır. Ama mürşidi olan amel varlığına düşmez.

- "Babana güvenme. Nuh Aleyhisselamın oğlunu düşün. Nuh Aleyhisselam büyük peygamber fakat oğlunu kurtaramayacak ateşten." O zaman demiş ki:

-" Baba himmet, oğul hizmet." Burada baba oğul yok. Hizmetini gör de himmetini al" demiş.

Onun için hizmet çok önemlidir.

Kelâm-ı kibârda geçiyor:

Mâsivânın illetinden pâk edip bu gönlümü
Kıl tarîk-ı Nakşibendin hâdimi Allah için


Demek ki insanların gönlünden dünyayı atmak ne ile oluyor? Nakşibendi tarîkatında hizmet görüyorsa bitiriyor.

Hep hatıatın büyüğü hubb-ı dünya bilirem

buyuruyor Salih Baba divanında. Onu terketmek de güç. Sevmemek de güç. Dünyaya muhabbet edenler helâk oluyor. Sevmemek güç. Dünya ile senin bir bağın var. İlgin var. Ancak aşk-ı ilâhî ile kopuyor. O ilgi kesiliyor senden. Bu elçilerin kârı ki dünyanın karşısında hem dünyasını imar etsin, hem âhiretini imar etsin. Çok akıl, güç, idrak, say, gayret lâzım. Bir de var ki:

Hubb-ı dünya şuğlu süflâ ile varılmaz yola

Bu da bir kelâm. Madem ki insanlar yolcudur. Allah'tan geldiler. Allah'a gidecekler. Bu insanlar âhiret yolcusudur. Ama dünya şuğulu ile yolculuk yapılmaz.

Râbıta sahibinde hubb-ı dünya olmazmış. Bundan emin olsun. Eğer sizde hubb-ı dünya varsa râbıta sahibi değilsiniz. Şuglu süflâdan kurtulmak için, ehl-i kanaat, ehl-i sâdık olun ki şuglu süflâdan kurtulasınız. Yolunuzdan geri kalmayasanız. Yolculuğunuzdan geri kalmayasınız. Yolculuğunuzu yapın. Bu yolculuk ruhî yolculuk. Nefsî yolculuk değil. Tembeli de gidiyor. Çalışkanı da gidiyor. Zengini de gidiyor. Fakîri de gidiyor. Delisi, akıllısı, genci, yaşlısı hepsi gidiyor. Cismi yolculuk yapanlar, nimetine ulaşırlar. Allah'ın kul için halk etmiş olduğu o nimete onlar ulaşırlar. Hangi nimet?

"Ben kulum için sayısız nimet halk ettim."
buyuruyor. O nimetin sayısı yok. Bu dünyada âhirette görünen görünüyor. Bilinen biliniyor. Öyle inanacağız ki, bildiklerimizden çok bilmediklerimiz var. Gördüklerimizden çok görmediklerimiz var.

"Bu sayısız nimetleri kulum için halk ettim. Kulu kendim için halk ettim."
buyuruyor.

Kulu için halk etmişse, kulun Allah'ın zâtını tanıması, Allah'a itaat etmesi, Allah'ın rızasını kazanıp, Allah'ın cemâliyle buluşması, Cemâlullah'ı müşahede etmesi lâzım. İşte yolculuk, bu yolculuktur. Allah'tan geldik, Allah'a gideceğiz. Allah'tan gelen ruhumuz, Allah'a gider ruhumuz. Cismimizi de Allah halk etti. Ama cisimimiz topraktan geldi. Toprağa gidiyor. Onun için:

Bir kişi ister ise olsun cihân mülküne şah
Sarınır bir kefene devlet-i Dârâ'sı geçer


Bir kişi dünyaya sahip olsa bile bir kefene sarınıp padişahlığı, devleti saltanatı yok olacak. Dünyaya hâkim olan da yok olacak. Çok fakir, dilenen de yok olacak. Ama o dilenen, râbıtasını bildi ise, itaatını yaptıysa, öbür tarafta o padişah olur. Ama padişah da esas padişahı tanımadıysa, öbür tarafta o dilenci olur.

Ahiretin fakirliği cehenneme gidip azap görmektir. Âhiretin zenginliği cennete gidip zevk safâ sürmektir.

Ahirette cennet ve cehennemden başka bir şey var mı? Yok. Evet Allah'tan geldik, Allah'a gideceğiz. Ama ceset Allah'tan gelmedi. Ruhumuz geldi. Allah'a gidecek de ruhtur. Cesedi topraktan halk etti Cenâb-ı Hakk, toprakta kalacak.

Onun için:

Hubb-u dünya şuğl-u süflâ ile varılmaz yola
Andelibi gör nice feryat eder gonca güle


Burada andelib, mürittir. Gül ise meşâyihtir. Bülbülün güle nasıl feryadı varsa müridin de meşâyihine karşı böyle bir feryadı olacak.

Pîre kulluk eyleyüben nefsini bilmek dile
Mevlâyı fehm eylemektir bil ki nefsinden garaz


Pîre tapacak değilsin. Secde edecek değilsin. Rabbın Allah'tır. Ama niye ona kul olacaksın? Ona kul olacaksın ki, O sana kulluğunu bildirsin. Sen ona kul olmazsan kulluğunu bilemezsin. Çünkü niye? İnsanlar var, herşeyi ilmel yakîn bilir. Ayne'l-yakîn bilir. Hakke'l yakîn bilir. Hakke'l-yakîn bilmedikten sonra nefsinden emin olamaz. Nefs-i mutmainliğe dahil olamaz. Bu meşâyihsiz olmuyor. Meşâyihsiz bir insan nefsi mutmainliğe dahil olamaz. Dahil olamayınca da nefsini bilemez. Nefsini bilemeyince Rabbısını da bilemez. "Men aref sırrı" var. Nefsini bilen Rabbını bildi. Nefesinden ayık olan Rabbını buldu.

Kapısına gelenler olur irşâd
Bilir nefsiyle Rabbını olur şâd

...
Her kim ki tuttu destini soyundu varlık postunu
Buldu hakikat dostunu bildi bu dünya fanidir

Hakikat dostu kim? Allah.

Her kim ki tuttu destini soyundu varlık postunu

Dest: El.

Allah ne ile bulunurmuş? Her kim ki meşâyihin elinden tutarsa varlığından kurtulur. Varlığından kurtulan Allah'a vâsıl olur. Kul ile Allah arasında çok perdeler vardır. Varlıkta çok perde var. Onun için Peygamber Efendimiz:

"Kul ile Allah arasında 70 bin perde var." buyuruyor.

İlim de perde olur. Ameli de perde olur. Zenginliği, kendi sa'yı. Kendisi için farz olan sa'y bile onu perdeler. Sa'y bir noktaya kadar, bir makama kadar gerekli. O noktaya gittikten sonra ne oluyor. O say varlık oluyor. Perde oluyor.

Orta yerden götürürler seni ben
Ol denizde garka vara canı ten
Kendini kendi göre kendi bile
Bâkisini deyemezem gelmez dile
Aşk A'nındur âşık Oldur mâşuk Ol
Ahir Andan Ana varır cümle yol
Aşık imdi varlığın ver yokluğa
Yokluk içinde sana varlık doğa
Kul iken sultan olursun tâ ebed
Vav'ı gitti evhad'ın kaldı Ehad.


Evet İhlas suresi Cenâb-ı Hakk'ın zatına mahsus.

Vav'dan mânâ: Kulun varlığıymış.

Kul varlığından kurtuldu mu? Kalıyormuş Ahed.



[ Tasavvuf Sohbetleri 1 ]