[ Tasavvuf Sohbetleri 2
]
|
"Çalışmak farzdır."
Allah'a olan havfın nihâyeti yoktur. Bir zâhir ilmi vardır. Bir de bâtın ilmi vardır. Zâhir ilmi bâtın ilminin yanında çok küçük kalır. Allah'ın zâtı bâtın ilmi ile biliniyor. Fakat ifade edilmiyor. Zâhir ilmi Allah'ın zâtını bilemiyor. Sıfatlarından esmalarından bahis vardır. Esmâ nurundan bahis vardır. Fakat Allah'ın zât nurundan bahis yok. Peygamber Efendimiz buyurmuştur:
"Bu kadar yükselmeme rağmen Rabbimi marifeti ile bilemedim." Bu hadiste böyle. Kelâm-ı Kibarda nasıl?
Künh-i Zât-ı kimse bilmez bu yola etme heves
Lâl olur dil bu arada bil ki katl olur nefes
Sen mukayyed Zât-ı Mutlak'tan sakın eyleme bahs
Fark'ı Cem'i anlamaktır bu muammadan garaz
Allah'ın zât'ından bahis yok.
Diller lâl olur. Nefesler tükenir. Ama farktan cemden bahis olunur.
Fark: Halkiyet, Cem: Allah'ın azameti,. Cem'ül-cem.
Fark'ı Cemi anlamaktır bu muammadan garaz.
Halîk'ı bildin, mahlûku bildinse tamam. İlim ancak bunu bildirir. Mahlûkat da var. Halkiyette farklılık var. Allah'ın halkiyeti 3'e ayrılıyor:
1- Cemâdât, 2- Masnuat, 3- Mahlûkat.
Cemâdât; yerin altında olanlar. 7 kat yer var. Daha onun bir tabakasında neler olduğu bilinmemiş. Ne kadar bilinse, bilinenlerden çok bilinmeyen, görünenlerden çok görünmeyenler var yer tabakasında. Cenâb-ı Hak âyette bildiriyor. Kıyamet kopup gidecek. Bilinmeyen, görünmeyen yerler yer tabakasında kalacak. Görünenlerden çok görünmeyenler var. Bunlar müsavi midir; Farklılık var bunlarda. Bir demirin madeni ile bir altının madeni bir mi?
Kömür de bir maden. O da yerden çıkıyor. O kadar petroller var. Madenler var, hepsi yerden çıkıyor.
Masnuat; bitkiler. Her kıtada, her bölgede, her memlekette değişik değişik bitkiler var. Birinde olan birinde olmuyor. Onun için bilinenlerden çok bilinmeyenler var. Görünenlerden çok görünmeyenler var. Bunlarda da farklılık var.
Birde mahlûkat var. Canlılar. Deryada, karada, havada. Havada da canlılar var. Deryada da canlılar var. Ama bunlarda da farklılık var. Hayvanların hepsi bir mi, insanların hepsi bir mi? Ama bütün mahlûkatın en üstünü insandır. Fakat cemâdâttan farklı olan masnuat. Masnuattan farklı olan mahlûkat. Mahlûkatın en farklısı insandır.
Cenâb-ı Hak: "Lâgat halaknâ'l insane, fî ahseni takvîm." "Biz insanı kıymetli halk ettik." buyuruyor.
Kelâm-ı Kibar:
Bu mahlûkun kamu aslı muhabbetten yaratıldı
Muhabbet olmasa bil kim büyütmez yavrusun hayvan
Halâyık içre insanı kamudan eyledi ekrem
Yarattı "Ahsen-i Takvim" kıluben mazharı Rahman
Mazhar-ı Rahman; Allah'ın rahmetine ulaşacak insan. İnsandan başka Allah'ın rahmetine ulaşacak birşey yok. Herşey yok oldu gitti, ama insan yok olup gitmiyor. Ama Allah'ın gazabına da insan düçâr oluyor.
Dikkat edelim: Allah'ın rahmetine de insan ulaşıyor. Mazhar oluyor. Gazabına da insan düçâr oluyor. Allah'ın rahmetine mazhar olan insan, bütün mahlûkatın en üstünüdür. Allah'ın gadabına düçâr olan insan da bütün mahlûkatın en aşağısıdır. Niçin; mahlûkata azap da yok. İnancımıza göre bu böyle. Cenâb-ı Hak bizi zarara uğratmasın. Allah hüsrana uğratmasın. Dünya için bizi zarara uğratmasın. Burda dünya için bizi zarara uğratmasın derken, bu dünya zararı değil. Yani dünya kârının, zararının peşinde bu kadar koşarsak eğer, manevî kârımızı zararımızı bilemeyiz. Peki kârımıza koşmayacak mıyız, zararımızdan kaçmayacak mıyız? Evet; ticaret helâl. Ticaretinizi yapın diye emir var. Çalışmak farz. Peki Allah zararı niçin veriyor bize, imtihan için. Bu da manevi kârımız için. Burada maddî zarar aleyhimize oluyor. Ama ahirette lehimize oluyor. Evet düşünelim. İdrak sahibi olalım. Bir daha biz bu dünyaya dönmeyiz, gelmeyiz. Kârlı gidelim veya zararlı gidelim. Öldükten sonra senin zararından sana zarar var mı? Diyelim ki hep kâr ettin. Öldükten sonra senin kârından sana bir kâr gelecek mi? Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: "Bir insan ölünce onu üç şey kabire kadar takip eder. 1- Malı. 2- Ailesi. 3- Ameli. İkisi döner gelir." Birisi onunla beraber kalır. Ailesi ile malı döner gelir." Ne kadar zengin olursa olsun bir insan kabire gidene kadar onun malını harcarlar. Bir de ailesi acı duyarak, ağlıyarak gidiyorlar. Üzerine toprak attıktan sonra o da orada bitiyor. Ya ameli? Ameli beraber gider. Ama amel-i kebir var, amel-i sâlih var. Sâlih amelle gittikse mutlu olacağız, çok mutlu. O mutluluk dünya mutluluğuna benzetilmez. Dünya mutluluğu onunla kıyas edilmez. Ama amel-i kebirle gidersek çok bedbahtız orada azabı görünce: "Yarabbi dünya âleminde sen bizi toprak halk edeydin de biz bu azabı görmeyeydik." (Nebe süresi, 40. ayet) denilecek.
Gıyabî imanımız var. Cenneti, cehennemi göremiyoruz. Cennet de hak. Cehennem de hak. Cenneti de bu dünyada kazanıyor insan. Cehennemi de bu dünyada kazanıyor.
Cenâb-ı Hak sâdıkları tanıtmış bize çok şükür. Cenâb-ı Hak buyuruyor ki: "Öyle bir ağızla duâ edin ki günah işlememiş olsun."
Bunu da bütün ulemâ araştırıyor. Acaba kimdi bu günah işlemeyen ağız. Şüphe yok ki velilerdir. Bil ittifak kararları velilerdir.
Herkesin günahı kendisinedir. Kimse kimsenin günahına bahis olamaz. Bir insan günahkâr olmakla kendisine geçmez duası. Fakat karşısına geçer. Niçin;
Cenâb-ı Hak buyuruyor ki: "Her kim ki Allah için alçalırsa biz onu yükseltiriz."
Burada demek ki her ne kadar günahı olsa da, başkasına duası geçer. Bir insanın da ne kadar ilmi ameli olursa olsun, herkesi kendisinden üstün görmesi lâzım.
Hüsn-ü teveccühü kazanması lâzım. Herkesten dua, istimdat talep etmesi lâzım.
"Her kim ki tekebbür sahibi olursa biz onu hakîr ederiz." buyuruyor Cenâb-ı Hak.
Eğer ilmi var da, ilminden dolayı gururlanıp, kibirleniyorsa, ameli var da amelinden dolayı gurur, kibir geliyorsa, kendini herkesten üstün görüyorsa olmaz. İlim, amel çok kıymetlidir. Çok da zararı olur. İlmin zararı olur mu?
Resulullah emrediyor: "İlim Çin'de de olsa gidin öğrenin buyuruyor."
Cenâb-ı Hak: "Sizin bileninizle, bilmeyeniniz bir değildir" (Sure-i Zümer, 9. ayet) buyuruyor. Amennâ, Saddakna. Zâhir ehlinde böyledir. Bilen bilmeyenden farklıdır. Bilen bilmeyenden farklı ise eğer, her ilmin üstünde başka bir ilim var. Âlimlerde bir sır var ki avam bilmiyor onu. Bâtın ulemâda, velilerde de bir sır var ki âlimler bilmiyor onu. Nebilerde de bir esrar var ki veliler bilmiyor onu. Peygamber Efendimizde de bir esrar var ki, onu diğer nebiler bilmediler.
Bütün ulemanın ilmi, geçmiş veli ve nebilerin ilmi, bütün bâtın ulemâ, nübüvvet vârisi olan ulema, velayetin varisi olan ulema. Bütün bunların ilmi toplandığı zaman, Peygamber Efendimizin ilminin yanında bir katre gibi kalıyormuş. Peygamber Efendimizin ilmi de Allah'ın zatının ilmi yanında deryadaki bir katre gibi kalıyormuş. İşte ben bu kadar yükseldiğim halde "Rabbımı marifeti ile bilemedim" buyuruyor. Peygamberimizi biz nasıl bileceğiz;
Künh-i Zât-ı kimse bilmez bu yola etme heves
Lâl olur dil bu arada bil ki katl olur nefes
Sen mukayyed Zât-ı Mutlak'tan sakın eyleme bahs
Fark'ı Cem'i anlamaktır bu muammadan garaz
Bir insan ilmiyle ancak fark'ı cem'i bilebilir.
Halkiyette, farklılık var. Ta ki cemadattan tut. Mesnuattan tut. Mahlûkattan tut. Tasavvufta, tarîkatta çalışan bir kimsede, terakki eden bir kimsede manevî hâller görülmesi nerden başlıyor; Allah'ın esmâ nuru, isimlerden, sıfat nuru cisimlerden,
Zâtı'nın nuru isimsiz, cisimsiz görünüyor.
Evvelâ bir insan, tecelli-i suri gördüğü zaman; Tecelli-i sûrî var, Tecelli-i manevî var. Tecelli-i zât var.
Tecelli-i surî: Cenâb-ı Hakk'ın sıfatına mahsus olan nurlardır. Fakat tecelli-i manevi ise Allah'ına zâtı'na mahsus olan bir nur varsa o da Lafza-yı Celâl tecelli-i manevi Lafza-yı Celâl'den geliyormuş.
Tecelli-i sûri başladığı zaman nerden başlıyor; cemâdâttan başladığı zaman zerreden kübrâya, cemâdâtı, mesnuatı, mahlukatı ihata etmiştir. Cenâb-ı Hakk'ın nuru. Üç nuru; Esmâ nuru, sıfat nuru, zat nuru. Esmâ nuru isimlerden görünür. Sıfat nuru cisimlerden görünür. Zat nuru isimsiz, cisimsiz görünür. Bir talebe tahsil yaptığı zaman nerden başlıyor, Alfabeden başlıyor. Bir âlim ilme nerden başlıyor, Elif cüzünden başlıyor. Bizim zamanımızda öyle idi. Önce harfleri okuyorduk. Sonra (in, en, ün) diyorduk. Daha sonra şeddeliyorduk. Sonra onları heceleyip Kur'ân'a geçiyorduk. Burada da rûhi bir tahsil vardır. İlk başlangıcı esmâ nurudur. Esmâ nuru isimlerden başlar. Sıfat nuru cisimlerden başlar. Bir hak tâlibi tasavvuf ehli bidayetinden başlayıp da, nihayetine ulaşacak ya, bidâyet nerden başlar. Cemâdâttan başlar, Cenâb-ı Hakk'ın halkiyyeti üçe ayrılıyorsa:
Cemâdât, Masnuat, Mahlûkat.
Masnuat cemâdâttan farklı, cemâdât da mahlûkattan farklı. Ayrıca cemâdâtta da farklılıklar var.
Masnuatta da farklılıklar var.
Mahlûkatta da farklılıklar var.
Meselâ: Mahlûkat canlılar ise; bir inek ile, bir sinek bir mi? Veyahut ta bir hayvan ile bir insan bir mi? Hayvanlar içerisinde de kıymet ifade edenler var. Haşarat var.
Tecelli-i sûri: Yer cisimden başladığı zaman; yerde neler varsa onlardan görünürmüş (madenlerden). İncide son bulurmuş. Çünkü inci, inci olarak yerden çıkıyor ya. İnci değişmiyor. İncinin bir yapmacığı var. Bir de hakikisi var. Halbuki inci altından da pahalı. Veya en az altın fiatında. Altının gramı ne ise incinin gramı daha fazla. İnci yerden inci olarak çıkıyor. Ama altın ve diğer madenler diğer maddelerden ayrılarak elde ediliyor. Onların mühendisi, aletleri, sanatkarları onları ayırıyorlar. Ama inci, inci olarak yerden çıkıyor. Yani halkıyyetinde incinin bir değişiklik yok. İnciden masnuata (bitkilere) geçermiş. Bitkilerden de görüne, görüne, görüne...Hurma ağacı da bütün bitkilerden üstün. Hurma ağacından hayvanata geçermiş. Hayvanattta da görüne görüne, atta nihayet bulurmuş. Hayvanların da en kıymetlisi at imiş. Attan insana geçermiş. İnsanlardan görünürmüş. Fakat en tehlikeli yer burası. İnsanda tecelli-i sûri görünürse kendisi ne oluyor; bir vartaya düşüyor, ordan geçemiyor. Geçemiyorsa ene (benlik) davasına düşüyor. Onun için mürşitsiz âbidler, mürşitsiz âlimler helâk olmuşlar. Onun için buyuruluyor ki:
Mürşid gerektir bildire, Hakk'ı sana hakke'l yakîn.
Mürşidi olmayanların bildikleri güman imiş
Her mürşide dil verme yolun sarpa uğratır
Mürşidi kâmil olanın gayet yolu asân imiş
Madem ki herşeyin üstünü insansa:
"Le kad halak'ne'l-insâne fî ahsen-i takvîm." Bir de:
"Sümme redednâ fî esfele-sâfilîn." var. İnsan herşeyin de mâdunu oluyor.
Eğer insan, insanlık şerefine nail oluyorsa,
Halâyık içre insanı kamudan eyledi ekrem
Yarattı "Ahsen-î Takvîm" kıluben mazhar-ı Rahmân.
Allah'ın rahmetine lâyık olan insandır. Başka bir mahluk, Allah'ın rahmetine layık olamaz. Allah'ın rahmeti ise sade cenneti değil, cemalini kazanmak, cemal'ini görmektir. Esas Allah'ın kula rahmeti budur.
Bir de var ki insan insanlığını zayi ederse bütün mahlukatın mâdunu. Bütün mahlûkat Cenâb-ı Hakk'ın gadabına düçar olmuyor. Ama insanlar Allah'ın gadabına düçar oluyorlar.
Allah'a şükür. Çok şükür, nihaî şükürler olsun. Bunlar haktır, hakikattir. İslâm dininin ta gelişinden Peygamber Efendimiz'in nur-u nübüvvetinin dünyaya ilanından velâyeti de dünyaya ilan edilmiştir, başlamıştır. Tâ ki kıyamete kadar da devam eder. Onun için vâris-i enbiya ikidir. Zâhir ulema Peygamber Efendimizin nübüvvetinin varisidir. Evet bazı tasavvuf kelamlarında yazar: "Velâyet nübüvvetten büyüktür." diye. Buna zâhir ulema karşı geliyor. "Bir veli, bir nebiden büyük" anlamına geliyor diye. Ama, hayır, öyle değil. Nübüvvetten olan velâyet büyük. Peygamber Efendimiz'in en büyük mucizesi Miracı. Peygamber Efendimiz'in en büyük mucizesi Kur'an. Diğer Peygamberler yapamadı. Büyük mucizesi Mirac. Ama bunu cismi yaptı. Cismi gitti.
Büyüklerin kelamı:
İlim istersen sabret. Zenginlik istersen kanaat et.
Vaaz nasihat istersen ölümü düşün.
Ey gönül sabret bu dehrin gamı gavgası geçer
Bir gün âsûde olur bu dem (i) davâsı geçer
Sabır, sabır, sabır. Herşeyin başı sabır.
Bu kesret âlemin seyrân eyledim
Sabırdan bir büyük kâr bulamadım.
Şimdi bu zamanda insanlar iyi niyetli değiller. İyi muamele yapmıyorlar. Hep birbirlerini çekemiyorlar. Haset ediyorlar, buğuz ediyorlar. Birbirlerine zarar veriyorlar. Bir insan ölümü düşünmezse vaaz nasihat tesir etmez.
Ne kadar maddî varlık olursa olsun, kanaat etmezse bir insan;
Hubb-u dünya şuğul-u süfla ile varılmaz bu yola.
Bu yol hangi yol; Allah'tan geldiniz. Allah'a döneceksiniz.
Rabıta sahibi sevmiş, inanmış. Gönülden sevmiş. Neye bağlanmış; Allah'a, Resulullah'a bağlanmış. Çünkü meşâyihini sevmek, Resulullah'ı sevmek, Allah'ı sevmek. Cenâb-ı Hak buyuruyor: "Allah'ın ipine sarılın" zâhirde ip yok. Bu ip sevgi ipi. Peygamber Efendimiz ne buyuruyor?
Birbirinizi Allah için sevin. Allah için biraraya gelin. Allah için konuşun.
Cenâb-ı Hak ne buyuruyor?
"Beni sevin, sevdiklerimi sevin, kullarıma sevdirin."
Kelâm-ı kibar:
Uyan gaflet meyinden kalk bu derdin çâresine bak
Kemendi boğazına tak ara bul kâmil insanı
Kemend; Bağ. Kimse boğazına kemend takmamış. Tasavvuf kitaplarında duyulmamış.
Kelâm-ı kibarlar, hadisleri, hadisler de ayetleri açıklar. Birbiri ile anlamları bağlıdır.
"İnsanlar zarardadır." Bu zarar âhiret zararıdır.
Malın artması nedir, kârdır. Azalması nedir, zarardır. Bu zarar bu dünya için. Sabredersek kârı vardır. Ahiret zararı; "İnsanlar uykudadır ölünce dirilirler."
Onun için buyuruyor ki:
Uyan gaflet meyinden kalk bu derdin çâresine bak.
Kemendi boğazına tak ara bul kâmil insanı.
Buyuruyor ki Cenâb-ı Hak: "İnsanlar uykudadır. Ölünce dirilirler." Bu nasıl uyku? Bu nasıl dirilme?
Peygamber Efendimiz, Bedir Muharebesinde muvaffak oldular. Müşrikleri yendiler. Bunlardan ölenler oldu. Şehit olanlar oldu.
Şehit olanların teker teker elbiseleri ile kanlarını yıkamadan cenaze namazlarını kıldırdı. Defnettiler.
Müşriklerin ölenleri için bir kuyu kazdırdı. Hendek kazdırdı. Oraya gömdürdü. Kuyunun ağzına geldi. Onlara hitabetti. Dedi ki:
- "Siz bana inanmadınız. Bana eziyet yaptınız. Şimdi inanıyor musunuz? O zaman inanmadınız. Şimdi Hak Peygamber olduğuma inanıyor musunuz?"
Sahabeler soruyorlar?
- "Ya Resulullah onlar öldüler, işitiyorlar mı?"
- "Onlar sizden daha iyi işitiyorlar." cevabını veriyor.
İşte insanlar zarardadır; ölünce dirilirler. Nedir bu zarar; amelsizlik, yoksa maddi zarar değil.
Cenâb-ı Allah: "Gaflet uykusundan uyan!" diyor. Bilerek kimse zarar işlemez. Bu zarar maddî zarar. Görüyoruz, kurtarıyoruz.
Bir zarar var ki bizim için onu bilmiyoruz, göremiyoruz. Günah, manevî zarar. Onu işliyoruz, göremiyoruz.
Bu zarar cemaatimize değil, haşa estagfirullah. İnanmış, 'nancını da yaşıyor, gaflette değil.
Bir kelam-ı kibar daha var:
Eğer himmet erişmezse. Sana bir şeyh-i kâmilden
Aduvlar yıktılar seddin ne yatarsın gâfil insan
Aduv: Düşman, manevi düşmanlar.
Demek ki: Meşâyihi olmayan, tarîkatı olmayan gâfil.
Senin malının, canının düşmanı değil. Bunlar iman düşmanı, şeytan, nefis, dünya muhabbeti.
Allah'a ulaştıran aşktır. Onun için Peygamber Efendimize buyuruyor, Cenâb-ı Hak:
"Gel habibim sana âşık olmuşam."
Bir de buyuruyor ki:
Gece gündüz durmayıp istediğim
N'ola ki görsem Cemâlin dediğin.
Peygamber Efendimiz'e Cebrail geldi, âyetler geldi. Cenâb-ı Hak onu sevmiş. Yaratmış olduğu halde Peygamber Efendimiz'in aşkı Mirac yaptırdı Ona.
Bu demi Ahmet başa tâc eyledi
Bu dem ile seyri Mirâc eyledi
Bu dem ile yedi kez Hac eyledi
Peygamber Efendimiz'in: Semada ismi Ahmed'dir. Bu dünyada Muhammed'dir.
Dem; Nefes. Allah'a olan aşkı, Allah'a olan sevgisi ile nefeslerini teneffüs etti. Allah'a olan sevginin aşkın, nihayeti yoktur. Peygamber Efendimiz Mirac yaptı. Allah'a olan sevgisinden muhabbetinden dolayı.
Peygamber Efendimiz'in haricinde de mirac yapanlar olmuş. Yine aşka düşenler. Yalnız Peygamber Efendimiz cismi ile, rûhu ile Mirac yapmış. Cismi ile göklere yükselmiş. Onu bir defa yapmış.
Ayrıca defalarca, zamanlar boyunca çok miraclar yapardı. Hergün yapardı. Niçin; Evliyalar dahi, en ufak bir veli yılda bir defa tecelliye mazhar olur. Allah'ın cemalini görürmüş. Daha yüksek olan veli ayda bir defa. Daha büyük olan veli haftada bir defa. Daha büyük olan veli günde bir defa mazhar olurmuş. Günde 5 defa tecelliyi gören velî olurmuş.
Muhammed Sami'yi gavvas bahr-i aşk-ı ra her dem
Bu söz neyi ifade eder; Her dem, her nefeste aşk deryasına dalıp çıkarmış. Aşk deryası nedir; Cenâb-ı Hakk'ın tecelli nurunda yok oluyor. Allah'ın esmâ, nuru, sıfat nuru, Zat nuru vardır. Allah'ın 1001 ismi vardır. İsminin nuru vardır. İnkâr edilir mi, edilmez. Allah'ın sekiz sıfatı vardır. Sıfat nuru vardır. İnkâr edilir mi? Edilmez. Bir de Allah'ın tek olan Zat'ının nuru vardır. Bu eşyada. Eşyada üçü de mevcuttur. Ama katreden deryayı halk etmiş Cenâb-ı Hak. Zerreden kübrâyı halk etmiş Cenâb-ı Hak. İlmiyle de ihata etmiştir. Azameti ile de ihâtâ etmiştir. İşte zâhir bunu anlayamıyor. Kaldıramıyor.
[ Tasavvuf Sohbetleri 2 ]
|