[ Tasavvuf Sohbetleri 2 ]




 




"Ahlâkı güzel olanlar hiç kimseyi incitmez."

 

Allah'ın selâmı, rahmeti, bereketi, hidayeti üzerinize olsun. Cümleten hoş geldiniz. Sefâ geldiniz. Sefâ getirdiniz. Feyiz getirdiniz. Allah arzunuza ulaştırsın. Allah hulûsunuzun, ihlâsınızın meyvasını yedirsin. Allah hulûsunuzun, ihlasınızın hududunda irşad etsin. Allah sonumuzu hayır getirsin. Allah'a şükür. Çok şükür. Bin şükür. Nihaî şükürler olsun bu günümüze. Sıhhatimize, bu nimetimize, bu fırsatımıza. Sıhhat bu sıhhat. Gün bugün, nimet bu nimet. Fırsat bu fırsat.

Hiç nimet olur mu bundan ziyade? Niçin? Allah'ın emrini işliyoruz. İnancımızı yaşıyoruz. Allah bizi inananlardan hâlketmiş. İnancımızı yaşıyoruz. Allah'a şükür. Bu zamanda inancını yaşamak kolay değil. Evet çok şükür, bin şükür, nihaî şükürler olsun. Rabbımızın keremine, ihsanına, hidayetine lütfuna, ilhamına çok şükürler olsun. Allah bizi müslüman hâlk etmiş. Daha bundan büyük bir nimet olur mu? İnancımızı yaşarsak, nimetimizi değerlendiririz. Allah daha büyüğünü verir. İnancımızı yaşamazsak bu nimeti Allah elimizden alır.

Dünyaya müslüman olarak gelenlerin hepsi cennete gitmez. İnancını yaşayanlar gider.

Dinimizde "israf haramdır" buyurulmuş. Yemede, içmede, giymede bunları zayi etmeyeceğiz. Atmayacak, telef etmeyecek. Zayi olan şey israftır. İsrafta bereket olmaz. İsrafta sorumluluk vardır. Bir de bu nimetleri zayi etmek, israf etmek gafillikten gelir. Bu nimetler gafletle yenilse de, atılsa da şikayetçidir insanlardan. Ama yediğini yer. Yemediğini atmazsa o nimet onun için şefaatçidir.

Bu nimetleri Cenâb-ı Hak insanlar için hâlk etmiş.

"Ben insanlar için sayısız nimet hâlk ettim." Bilinen görünen nimetler sayılır. Fakat bilinenden, görünenden göremediğimiz, bilemediğimiz nimet çoktur. Onun için "sayısız nimet" oluyor. Cenâb-ı Hak: "Bu sayısız nimetleri kulum için hâlk ettim" buyuruyor. "Beni bilsin bana itaat etsin. Kulu zatım için hâlk ettim" buyuruyor. Kul beşerdir. Zaten noksan sıfattan hâlk etmiş Cenâb-ı Hak. Öyle dünyaya getirmiş. Bizim noksan sıfatımız sadece günah işlemek değildir. Günah işliyenler Allah'a isyan ediyorlar. Onlar için azap vardır. Ama noksan sıfatımız nedir? Yememiz, içmemiz, giyinmemiz, uykumuz, hasta olmamız. Birşeyden yorulmamız, ihtiyar olmamız. Noksan sıfatlar bunlardır. Meleklerde böyle bir şey yok. Yeme yok, içme yok, hastalanma yok, usanma yok. Bir şeye üzülmek yok. O hâlde noksanlığımızı bilelim. Rabbımıza sığınalım. Her şeyin bizim için nimet olduğunu bilelim. Neden yararlanıyorsak, bilinen bilinmeyen, bunlar bizim için nimettir. Kıymetini bilelim. Rabbımıza kulluğumuzu yapacağız.

Allah'ın zatına inananlar, Allah'ı tanıyanlar, tanımayanlar kimler? Allah yok diyenler?

Ehl-i küfür var
Ehl-i şirk var.
Ehl-i iman var.

Ehl-i iman olmak için amentünün altı şartına inanacak. İmanı sağlam olacak. Eğer bu altı şarttan bir tanesi tamam olmazsa imanı tamam olmaz. Bu cemaatin içerisinde bir tanesine bile şüphesi olan varsa tamamlasın. Sadece inanmak değil. Tatbikatını da yapmak lâzım.

Allah bizi niçin bu dünyaya getirdi? Bizi niçin hâlk etti? Bizden ne istiyor?
Bizden itaat istiyor. İtaat nedir? Beni zikredin. Bana şükredin. Benim yasaklarımdan kaçının. İşte inanmak budur. Yaşamak budur. Ben Allah'a inandım. İnandım ama, yiyorsun gafil, içiyorsun gafil. Yasaktan, emirden haberin yok. Nasıl inanmadır bu! Bu inanma seni kurtarmaz. Amentünün şartlarına inanıp tatbikatına geçmek lâzım.

Allah'a şükür. Çok şükür? Gece gündüz yüzümüzü yere koysak şükür secdesi yapsak yine az gelir. Yine az gelir. Cenâb-ı Hak insanı kıymetli hâlk etmiş. Niçin? Peygamber Efendimizi insanlardan hâlk ettiği için. O'nun şerefidir. O'nun hürmetine, O'nun sevgisine Cenâb-ı Hak insanı kıymetli hâlk etti. Ama bizde Peygamber Efendimizi bileceğiz. O'na da inanacağız. O'na da lâyık olacağız. O'na lâyık olmak için onun sünnetlerini işleyeceğiz. Kitap var, sünnet var. Allah'ın indirmiş olduğu Kur'an'a inanacağız. Ne emretmişse onu işleyeceğiz ki, Allah'a itaat etmiş olalım. Sünnet nedir? Peygamber Efendimizin sünnetini işleyelim ki ona tâbi olmuş olalım. Allah'ın kesin olarak emride budur.

"Habibim bana itaat eden sana tâbi olsun. Sana tâbi olmayan bana itaat etmiş değildir."

İtaat: Allah'ın emirlerine, inen kitabına inanmak, yasaklardan kaçmak. Zamanımızda ehl-i kitap çok ta, ehl-i sünnet az. Allah'a şükür. Biz hem ehl-i kitabız, hem ehl-i sünnetiz. Bugün zamanımızda kürre-yi arz üzerinde küfür hakim. Bir de İslâm beldeleri var. İslâm toplulukları var. İslâm ülkeleri var. Bunlar da ehl-i sünnet değildir. Yine kitap-sünnet Türkiye'de. Ehl-i sünnet cemaat Türkiye'dedir. Evet devlet İslâm bir devlet değil ama hâlk müslümandır. Cenâb-ı Hak bu müslüman halkın başına İslâm bir devlet getirsin. Tezde, yakında onu da Allah bize göstersin.

Sadece iman bizi kurtarmaz. Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: "İman yanan bir ışıktır." O ışığı muhafaza eden ameldir. Ameli olmayanın imanı mum ışığı gibidir. Üflenince, ellenince söner. Ama ameli olanın imanı lüks lambası gibidir. O hiç sönmez. "Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammedün abduhu ve resuluh." İslamın şartı da, Amentünün şartı da hepsi kelime-i şahadetin içerisinde.

İslâmın şartı savm, salat, hac, zekât, kelimeyi şahadet. Ama bu şart zenginler için beş fakirler için üçtür. Zenginler hac yapıyorlar, zekât veriyorlar da onun için.

Kelimeyi şehadetin manası:

"Eşhedü en lâ ilâhe illallah": "Allah'tan başka Allah yok."

"Ve eşhedü enne Muhammedün abduhu ve resuluh: Muhammed'de onun hem kulu hem Resuludur." Şahadet getirecek ama kalbi ilede tasdik edecek.

Cenâb-ı Hak:

"Göründüğünüz gibi olun. Olduğunuz gibi görünün." buyuruyor.

İman: Takrir ve tasdiktir.

Allah'tan isteyelim. Yarabbi sen bizi zamanımızın şerrinden, fitnesinden koru. Fitne nedir? Allah'tan başka neyi sevdinse fitnedir. Şer nedir? İnsanlara zarar vermektir. İnsanları incitmektir. Onun için Allah'a sığınmak lazım. Yarabbi senin sevginden başka gönlümüzde bir sevgi olmasın. Kalbimiz senin mülkünse, sen muhafaza et şerden, fitneden. Şer: Allah'ın razı olmadığı işleri işlemek. Şer işleyen zalim oluyor. Zulüm demek, şer demek. Sana emanet olan evladını, kızını, oğlunu üzdünse, incittinse, anneni babanı üzdünse, incittinse bunlarda şerdir senin için. Beyinizde size emanettir. Onun hizmetini yapmakla görevlisiniz. Hizmetini yapmazsanız, emanete hiyanet etmiş olursunuz. Gelinin mi var? Onu da hoş görmen lâzım. Onu da sevmen lâzım. Sevmelisin ki sayılasın. Bunlar karşılıklıdır. Sevgi saygı karşılıklıdır. Hürmet ve şefkat yine karşılıklıdır.

Emanet denilince: Gözümüz de emanet kulağımız da emanet, elimiz de emanet, ayağımız da emanet. Kalbimiz de emanet, malımız da emanet, eşyamızda emanet. Dünya varlığı olarak neyin varsa. Diyelim ki hanımların ziynet eşyası var. Takıları var. Bunlara da kıymet vermeyin. Bunların da size emanet olarak verildiğini bilin. Emanet olduğunu düşünûrseniz görül vermezsiniz. Sevmezsiniz. Demek ki malımızda emanet. Canımız da emanet. Beyine karşı hürmetini hanımlık görevini yapacaksın. Evladına karşı babalık görevini yapacaksın. Annelik görevini yapacaksın. İslamda hiç kimseyi incitmek, kırmak yoktur. Kitap ve sünnette hiç kimseyi kırmak, incitmek yoktur. Bu cemaat ehl-i sünnettir. Allah'a şükür bizde kırma, incitme yoktur. Ama az bile olsa olmamalı. İlim ne demek? Bilmek demek. İlmin nihayeti yoktur. Neyi bileceğiz. Kendisine yararlı olan şeyleri, zararlı olan şeyleri bileceğiz. Allah'a itaat etmeyi bileceğiz. Allah'ın rızasını nasıl kazanacağımızı bileceğiz. Allah'ın rızası sadece amelle değildir. Zaten bu saydıklarım amele giriyor. Allah'a şükür biz tarîkat ehliyiz. Tarîkat ehli demek, tam inanmış ve inancını yaşayan demek.

Avam: Allah'a ahirete inanmış. Ama inancını tam yaşamıyor. Namazını bazen kılıyor, bazan kılmıyor. Yahut hiç kılmıyor. İnancını yaşamıyor. Bunların içerisinden inananlar nasıl seçiliyorsa, inananların içerisinden de tarîkata girenler öyle seçilmiş oluyorlar.

Takva: Çok ince, nazik, ağırdır. Herkesin yaşıyacağı, taşıyacağı gibi değil. Her tarîkata girenin takva ehli olması lâzım. Çünkü tarîkat fetvayı sevmiyor. Takva demek, fazla bilecek. İnce teferruatını yaşayacak. Bu zamanda, insanlar bildiklerini yaşıyamıyorlar. İnce teferruatını yaşıyamıyorlar.

Takva nedir? Havftır. Her tarîkata girende takva olması gerekiyor. Takva olması için havf edecek. Günahlardan korkacak. O kadar korkacak ki bir müslümanın gönlünü kırmayacak. Kazanmasında, harcamasında, yemesinde, giyinmesinde çok duyarlı olacak. Çünkü bu zamanda helâl lokma azalmıştır. Sen de olmasa bile, akrabanda, oğlunun evinde, torununun evinde birşey yersin içersin. Çünkü mecbursun. Yakınlarındır onlar. İşte bu zamanda havf duymak lâzım. Bu da tasavvufu olmayanda, tarîkata girmeyende olmaz. Bizi Cenâb-ı Hak tarîkat ehli hâlk etmişse, bize de ayrıca bir nimet ihsan etmiş ki bizde bir havf var. Bu havften dolayı kurtulacağız. Cenâb-ı Hakkın emri bu. "Muttakî olunuz. Muttakî olan kurtulur. Sizin müttaki olanınız Allah'tan korkanınız." Cenâb-ı Hak yine buyuruyor. "Dünyada havf duyana, ahirette havf yok." Dünyada hayf duymayana ahirette havf var. Korku var. Onun için çok şükür tarîkata girmişiz. Mürşidimiz var. Mürşitlerin sayesinde kurtulmamız kolay olacak. Onlar bizi kurtarmak için Cenâb-ı Hak'tan yetki almışlar.

Cenâb-ı Hak onlara yetki vermiş. Cenâb-ı Hak buyuruyor ki: "Sâdıklarla olun." Sâdıklar veliler işte. Peygamberler olmadığı zamanlarda kim ki velileri tanımış. Kimki velileri sevmiş, kim ki velilere tâbi olmuş. Onlar kurtulmuşlar. Kur'ân-ı Kerim'de bir hakikat var. Nedir bu hakikat? Ashab-ı Kehf'in macerası. Tarsusta yerleri var. Her taraftan insanlar gelip ziyaret ediyorlar. Kur'an-ı Kerim'de bildirmiş Cenâb-ı Hak bize. Ashab-ı Kehf denilen yedi kişi, o zamanki halkın içerisinden inançlarını yaşamışlar ve yetişmişler. Veliler bunlar. O zamanın hükümdarı kendisinden korkarak saltanatından korkarak bunları asıp kesmek için arıyor. Bunlar bir ara şehirde şurada burada gizlenmişler, olmamış. Şehirden oniki km uzakta bir dağa gitmişler. Dağın içerisindeki bir boşluğa, mağaraya girmişler. Orada Allah bunlara bir uyku vermiş. Yalnız bu arada Kıtmir (köpek) takılıyor peşlerine. Onlarla mağaraya giriyor. Çünkü onlar hayvanları da incitmezler. Hayvanları da hor görmezler. O nedenle köpekte onlarla beraber olmuş. Mağarada 200 sene uyumuşlar. Kaç defa yönetim (idare) değişmiş. Kur'ân-ı Kerîm de Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor:

"Biz onları sağdan sola, soldan sağa çevirdik." Uyandıkları zaman birbirlerinin yüzlerine bakıyorlar ki saçları uzamış. Sakalları uzamış. Uyandıkları anda bir açlık hissediyorlar. Bir de güneşe bakıyorlar. Bunlar mağaraya girdiği zaman güneş kuşluk yerinde iken, şimdi bakıyorlar ki ikindi yerinde. Bir kısmı yarım gün kaldık diyor. Bir kısmı 1 gece kalmışız diyorlar. Neyse bir tanesini şehire ekmeğe yolluyorlar. Fırıncıya para verince, fırıncı bileğinden tutuyor.

" Sen hazine bulmuşsun diyor." Bunu polise veriyor.

O da diyor ki:

"Bu benim ekmek param. Arkadaşlarım da var. Deyince filan yerde mağaradayız" diyor. Mağaraya gidip bunları tektik ediyorlar. Hüviyetlerine bakıyorlar. Üstlerine, başlarına bakıyorlar. Tatiyos'un parası üzerlerinde. 200 sene geçmiş olduğunu tesbit ediyorlar.

O zaman ki hükümdar bunları serbest bırakıyor. Ama bunlar istemiyorlar. Yarabbi diyorlar: "O zamanki insanlarla bu zamankiler çok değişmiş. Bizim canımızı al diyorlar." Ölüyorlar. Köpekte onlarla beraber uyuyor. Onlarla beraber diriliyor. Onlarla beraber ölüyor. Allah' da bize bildiriyor ki:

"Cennette o köpek ebediyen onlarla beraber yaşayacak."
Hiçbir köpeği diriltmeyecek. Fakat o köpeği diriltecek. Niçin? O velilere takıldı gitti diye. Onları sevdi diye.

İşte Cenâb-ı Hak burada "Sadıklarla olun." buyuruyor. Sadıklarla olursanız, ahirette de onlarla beraber olacaksınız. Burada bir müjde var haşa Allah vaadinden geçmez. Ne emretmişse o olur. İşte Ben-i İsrail velilerini ve onlarla beraber giden köpeği Allah diriltecek. Onlarla yaşatacak. Bize sâdıkları tanıtmış. Kimler? Velilerimiz, mürşitlerimiz. Bunlarla beraber olursak ki olmuşuz Allah'a şükür. Fakat onların şerefini muhafaza edelim. Ahlâkımız, yaşantımız, hareketimiz, sözümüz onlara uygun olacak. Özümüz de onlara uyacağız.

Râbıtadaki maharet budur, râbıtadaki ciddiyet budur. Şeyh Efendimizi hiç unutmamak. Mademki zâhirde o da insan. Yeme, içme, uyuma, konuşma vardı ya onda. Öyle ise onu her hareketimizle hayal edelim ki unutmayalım. Unutmazsak, ondan ayrı düşmezsek eğer, nefsimizden o zaman emin oluruz. Nefsimiz bize zarar yapamaz. Ama gafil olursak, nefsimiz bizi tuzağına düşürmek ister. Hakaretini yapmak ister. Bizim en büyük düşmanımız nefsimizdir. Bize kimseden zarar gelmez. Nefsimizden zarar geliyor. Her kim ki seni diliyle, eliyle incitmişse o kendisine yapmıştır. Onun cezasını çekecek. Sen de onun mükâfatını göreceksin. Sen de bir kimseye eziyet ettinse hakkına tecavüz ettinse, elinle, dilinle gönlünü kırdınsa, sen cezasını çekiyorsun. Onun için mükafat oluyor bu. Demekki zâhirde zulmeden, manevîyatta zulme o zulme uğruyor. Zulmedilen adalete uğruyor. Niçin "Mazlumların ahını, zalimden alacağım." diyor. Cenâb-ı Hak.

İşte en büyük nimetimiz: Allah bizi müslüman hâlketmiş. Tarîkatı nasip etmiş. Allah bizi Mürşit'le tanıştırmış.

Mürşit: İrşad eden. İnsanları sevindiren, insanları rahatlatan, insanları nimetine ulaştıran. Her insan kendi nimetini bilemiyor ve bulamıyor. Ancak Allah insanların gönlüne inanç cevheri hâlk etmişse O'na ulaşılır. Eğer gönlünde o inanç cevheri olmazsa ona ne şeriat, ne nasihat ne sohbet hiçbir şey fayda etmez. Muhakkak Allah'ın varlığına inanacak. O zaman nasihatsız kalmıştır da hayırı, şerri, haramı helalı bilmiyor. Kendisini günahlardan isyandan geri alamıyor. Bir de nefsine kapılmış. Dünya sarhoş etmiş.

"Hubb-u dünya bizi sarhoş eylemiş"

Dünya muhabbeti onları sarhoş etmiş. Ahiret için çalışacak güçleri kalmamış.
İnancımızı yaşayacağız.

İnancımız: Kitap-sünnet
İnancımız: Şeriat-tarîkat
İnancımız: Mürşidimiz, meşâyihimiz. Onu kendimize delil edeceğiz.

Delil etmek, O'na uymak. O'nun peşinden ayrılmamak.

Bir sarp, kayalık bir tepede, karanlık gecede çaresiz kalsanız. Oradan kurtulmak isteseniz. O anda birisi elini uzatıp kurtarmak istese hemen ona yaklaşırız. İşte bu karanlık dünya aleminden de bizi meşâyihimiz kurtaracak.

Şeriatımız var, tarîkatımızı da yaşamak lâzım. Eğer tarîkatımıza lâyık olmayan bir sözümüz, kıyafetimiz, hareketimiz olursa tokat vururlar. Bazıları diyor ki tarîkat yok. Bunlar yalan söylüyorlar.

İçimden çok acı çektiğim, çok üzüldüğüm bir mesele var:

Bu gençler var ya, talebeler;

Bunlardan çok akım var. Geliyorlar. Fakat bunların aileleri karşı çıkıyorlar. Anneleri, babaları bunlara niye tarîkata girdin diye baskı yapıyorlar. Hatta şöyle bir şey oldu: Eskişehir'den telefon geldi. İki genç sözleşmişler. Nişanlanmışlar düğünleri olacak. Tarîkata girmişler. Kızın tarafı duymuş, Vermeyiz demişler. Kız bunu ağlayarak ifade ediyor. Ben de biraz sabret dedim. Belki onlar bilmiyorlardır. Zaman zaman araya adamlar girsin. Anlatsınlar, tarîkat şöyledir, böyledir desinler. İkna olmazlarsa eğer tarîkatı inkar eden anne baba müslüman değildir. Müslüman olmayan anaya, babaya itaat edilmez. Kaç git. Çünkü niçin? Mekke'den Medine'ye hicret ettiler. Kızlar annesini babasını bıraktı gitti. Oğlan da annesini babasını bıraktı gitti. Hanımı beyini bıraktı gitti. Beyi evini bıraktı gitti. Zaten tarîkatı inkar küfürdür. Küfür ile imanın bir zıtlığı vardır. Küfür ile iman bir arada yaşayamaz. Bir müslüman bir kafirle evlenemez. Soruyoruz kızcağıza:

- "Bunlar namaz kılıyorlar mı?"

- "Hayır babam hiç kılmaz, annem de bazen kılar." Kendisi namaz kılmıyor,. tarîkata girene de kızını vermek istemiyor. Ne acıklı şeyler. Ne acıklı şeyler. Bunların hepsi işte zamanımızın cehâletinden. Amelden ilimden uzaklaşmaktandır.

Evet. Allah şimdi bize bu nimeti nasip etmişse, bizim de size ifademiz, Ahlâk-ı Hamide sahibi olun. Kötü ahlâklarınızı atın. Ahlâk-ı Hamide sahibi olmak için herkese sevileceksiniz. Hiç kimseyi incitmeyeceksiniz. Sen kimseyi incitmedin. Olur ya incinmiş olabilirsin. Akrabandan, yakınından ihvan kardeşinden. Belki olur. Beşerdir. İmtihan içindir belki. İmtihan için geldik dünyaya. İhvan arasında da imtihan vardır. İhvan arasındaki imtihan şudur ki, terakkimiz icabediyor. Terakki için bir vesile olacak. Ne olacak terakki vesilesi? Bir taraftan meşâyihimize olan inancımız. Bir taraftan O'nu kendimize örnek edineceğiz. O'na lâyık amellerimiz. Bir taraftan O'nu sevenleri seveceğiz. Hiç kimsede kusur görmeyeceğiz ki terakki edebilelim. Durup dururken terakki edilebilir mi? Bir de insanların faziletine de bir terakki vardır. En büyük terakki, en büyük yükselme ahlâk. İnanç amel olacak tabii. İnancı ameli olmayanın ahlâkı çok güzel bile olsa, onlar nedir? Ancak ehlileşmiş hayvan gibidir.

Meselâ bir Ayı'yı düşünelim: Yabani hayvanlar var. Canavarın yavrusu var. Alıyorlar ehlileştiriyorlar. Köpeklerle beraber koyunları bekliyor, koyunlarla beraber yaşıyor. Ne hayvana saldırıyor. Ne insana saldırıyor.

Bugün gayri müslimlerde, kafirlerde, ejnebilerde birbirlerine karşı sevgi var. Birbirlerini incitmiyorlar. Ama ehlileşmiş hayvan gibidirler.

İslâm'da hem ahlâk, hem amel, hem de iman olacak. Terakki etmesi için.

İşte bazı imanı olanlar vardır da ameli yoktur. İmanın kıymeti amelledir. Bir de güzel ahlâk vardır. Ne olur? O insan terakki eder, eder, yükselir, yükselir. Meleklerden üstün olur. Cenâb-ı Hakk'ın emri, Peygamber Efendimizin emridir.

Adap: "el -hayâu mine'l- îmân" ""İman nerde. Haya ordadır."

Herkese iyilik yapmayı düşüneceğiz. Kötülük yapmak düşünmeyeceğiz.

Birde o uğradığımız eziyetten dolayı bağışlayacağız. Kin gütmeyeceğiz. Bağışlamazsan Cenâb-ı Hak senin hakkını ondan alır. Ama bağışlarsan sana oradan mükafat verir. Niçin? Af O'nun sıfatıdır.

Cenâb-ı Hak ne diyor? "Ben affediciyim."

Dua:

"Yarabbi sen affedicisin. Affetmeyi seversin. Affedenleri de seversin."

En büyük kâr, kemal, mükafat bize kötülük bile edilse, biz onlara iyilik düşüneceğiz. Sanki söylememiş gibi. Adam ne olacak beşerdir. O zaman bilemedi. Fark edemedi. Boş bulundu. Sinirinden dolayı yaptı diye düşün. İçine koyma. Sanki hiç söylememiş gibi ona karşı sevgin saygın olsun. Terakkinin en büyük vasıtası budur.

Bırak bu masivâ ile hevâyı
Piri Sami gibi bul rehnumayı
Delil eyle o zât-ı evliyâyı
Bu berzâh âlemini geçmek dilersen
Bekâ gülşanına göçmek dilersen.


Bu dünyanın karanlığından kurtulmak için meşâyihimizin rengi ile renkleşeceğiz. Boyası ile boyalaşacağız. Ahlâkı ile ahlâklaşacağız. Sıfatı ile sıfatlaşacağız.

Nedir O'nun ahlakı, işte:

Alâ'yı, ednâyı seçmek mürşidi-kâmil'in kârı değildir.

Alâ: iyi, ednâ: kötü

Sen iyisin, sen kötüsün demezler meşâyihler. Senin gördüğün ayıbı veliler setrederler.

Onlar sen şöylesin sen böylesin derler mi? Demezler. Biz niye edelim? Öyle ise onu delil edecek isek. Râbıtamızın önemi bu. Bizde "Hayal-i râbıta" var. "Nakş-i cemâl" bilahare. Gösterirler veya göstermezler. Nakş-i cemâli görsen de, görmesen de nakş-i hayalle nimetine malik oluyorsun. Nakş-i cemâl zamanında olurmuş, şimdi yok. Niçin? Nakş-i cemâl olanlar bir gün, üç gün (15-20) gün yemeden içmekten dûr oluyorlar. Baygın değil, uykulu değil. Ama harekette yoktur. Yemesinden, içmesinden, konuşmasından herşeyden dûr olmuş. Parmağını bile kıpırdatamaz. Ama şimdi bu zamanda göstermezler. Bu zamanda bunlar anlaşılmıyor. Taşınamıyor. Böyle bir kimse olsa ne yaparlar. Nitekim olduğu da oluyor. Tamamen değil de kısmen belirtileri görünüyor. Böyle bir hâl tecelli ediyor. Tamamen evlattan, aileden, yemeden, içmeden, herşeyden vazgeçiyor. Bir aşk onu ihata ediyor. Ama ne ailesi onu güdebiliyor, ne ihvan hâlden anlıyor. Doktora götürüyorlar doktor anlamıyor. Hocaya götürüyorlar çaresini bulamıyor. Aşktan mütevellid bir hâl. Râbıta'yı Nakş-ı Hayal değilde. Râbıta'yı Nakş-ı Cemâl'den mütevellid birşey aksetmiştirde o onu taşıyamıyor. Demek ki bize ne lâzım irade lâzım. İrade farz kılınmıştır. Namaz gibi oruç gibi. Helâlindan çalışacağız. Görevine göre hizmetimizi yapmak. Hep irade ile oluyor, iradesi olmayanların ameli de olmuyor. Delilerin iradeleri yok. Onlara amelde yok. Bir de aşktan mütevellid olurki, bu da iradesiz olur. Bu da makbul değil. İrade ile terakki etmek daha makbul. Çünkü niçin? Namaz şeriatımızda da, tarîkatımızda da ibadetin başı. Birisi cezbeye kapılmışta namazını kılmıyor. İnanın onun cezbesi onun için hiçbir şey değil. O terakki edemez. Kaybeder. Kazanayım derken kaybediyor. O cezbe ile o aşk ile beraber ibadeti de yapıyorsa işte o gider. Sizler de bu muhabbetinizle beraber ticaretinizi, işinizi yaparsanız, hem dünyanıza hem ahiretinize bu muhabbetinizle çalışırsanız terakki edersiniz. Çocuklarınıza, işinize, ibadetinize bakacaksınız.

Yusuf Hemedanî Hazretlerinin beş tane hâlifesinden Hasan Efendi varmış, onu bir aşk sarmış. İbadetini yapıyor. Ama çalışmıyor. Dünyaya çalışmıyor. Şeyh Efendisi bunu sıkıştırmış.

- "Çalışacaksın. Çocukların sana emanettir. Çalışmak Allah'ın emridir. Bunları ihtiyaçlı bırakma" demiş. O da:

- "Çalışmaya gücüm yok" demiş.

- "Çalışacaksın" demiş. Fakat Cenâb-ı Hak Yusuf Hemedanî'ye bizzat buyurmuş.

- "Ya Yusuf! Sana biz akıl gözünün görmekliğini verdik. Hasan'a hem akıl gözünün hem gönül gözünün görmekliğini verdik. Onu dünyaca sıkıştırma." Ama binlerce müridin içerisinde bir tanesine. Asırlar boyunca bütün tarîkatlar içerisinde bir tek o. Başka görülmemiş. Bizimde başımıza geldi. Bir ara ben de çalışmak istemiyordum. İnanın ki bir tek oğlumuz var. Beş yaşında. Başka diğerleri yoktu. Herkes onu seviyordu. O bile gönlümden çıktı. Ne iş, ne ev, hiç birşey. Kayınpederim Şeyh Efendime şikâyet etmiş. Bize ne yaptı biliyor musunuz? Bize öyle şiddetli bir emir verdi ki:

- "Sen çalışmıyormuşsun." Hakikaten bir sene boş durdum. Çalışmadım. Hazır da bitiyor. Her ne kadar köy hayatı yaşıyoruz. Ektiğimizi biçiyoruz. Ama bir senenin artığı bir seneye yeter. Sonraki sene ne olacak. Bu arada Şeyh Efendimizin tekkesine gidiyoruz geliyoruz. Bir daha gidiyoruz. Neyse gittim elini öptüm.

- "Otur" dedi, oturdum. Dedi:

"Sen çalışmıyormuşsun. Niçin çalışmıyorsun? Senin deden Mürşidi Sakaleyn (inlerin, cinlerin de mürşidi idi)" Şimdi veliler mürşidi Sakaleyn olamıyorlar. Her asırda bir tane olurmuş. Cinlerden de müritleri varmış. Onlara özel sohbeti varmış. 24 saatin bir saatini onlara ayırmış. Onları içeri alınca, hanımı Aliye'yi bile evden gönderirmiş. Ama pencereden sohbeti duyulurmuş. İçerde kimse yok. Papuçlukta ayakkabı yok. Ama sohbet ediyor. Duyuluyor. Herkes biliyor.

Mübarek Şeyh Efendimiz de cinlerle görüşürmüş. Neyse...

- "Senin deden böyle bir mürşit olduğu hâlde boş zamanlarında, keserle, testere ile uğraşıyordu. Sen ondan daha mı büyük oldun" dedi.

- "Baban 27 sene medrese ilmi okumuş, Müderris. Büyük bir âlim. Oniki nüfusu keserle besliyordu. Sen ondan daha mı bilgili oldun" dedi bana.

Parmağını kaldırdı.

- "Beni büyük biliyorsan emir veriyorum çalışacaksın. Derslerin kazaya kalsın. Namazın kazaya kalsın. İşin kazaya kalmasın. Eğer beni büyük bilmiyorsan peşimde dolanma. Peşimden gelme." Ondan sonra bir sene ben sanki cehennem hayatı yaşadım. Çalışmaya gönlüm yok. Fakat baskı var. Emir. O emir öyle bir emirdi ki sanki çalışmazsam, imanımda gidecek. Yok olacağım. Diye korku içerisinde istemeyerek çalıştım. Şimdi o da geçti. Allah'a şükür. Şimdi de boş zamanım olduğu zaman istiyorum ki topraklarla uğraşayım. Cenâb-ı Hak buyuruyor ki: "Benim öyle kullarım vardır ki, onların ticaretleri zikirlerine mani değildir." Demek ki efdâl olanda buymuş. Kelam-ı kibarda nasıl geçiyor:

Kesretten erip vahdete mirat olmuştur Hazret'e

Mirat: Ayna. Hazret: Allah

Allah'a ayna olmuş, yani Evliyaullah kesrette, halk içerisinde, çalışmada, yemesinde, içmesinde, teşriki mesaisinde Allah'a ulaşmış.

Demek burada makbul olan nedir? Muhabbetinizle beraber ahiretinizi de dünyanızı da geri bırakmayın.

Kesretten erip vahdete mirat olmuştur Hazret'e

Muhabbeti olmayanların ibadetleri gönüllerinde varlık oluyor. Muhabbet olunca atıyor gönlünden.

Namazı kılar fakat atar gönlünden. Hâlbuki namazı kıl, namazını kılmayanlara acı. Onları hor görme. Onda ibadet aşkı yok ki namazını kılsın. Veya bugün kılmazsa yarın kılar. Veya namaza başlarsa bu benden iyi olur diye düşüneceğiz. Kimsede eksik görmeyeceğiz.

Muhabbetinle beraber amelin olursa amel varlığı olmaz sende. Amelin gözüne görünmez. Ameline dayanmazsın. Niçin? Muhabbeti olanlar da namazını kılar. Lâyıkı ile kılamadım. Diye düşünûr. Korkusunu çeker Allah'a sığınır. "Yarabbi ben sana lâyık kul olmadım" der. "Lâyıkı ile orucumu tutamadım" diye mahviyet içerisinde olur. Niçin? İçerisindeki aşktan, muhabbetten dolayı. Amel göze görünürse, kalbe gelirse varlık olur. Hâlbuki kalbe hiç bir şey koymamak lâzım. Ameli yok etmek için.

Amel varlığı olmayınca mahviyet olur. Ahlâk da mahviyettedir. Tevazusu olmayanda ahlâk da olmaz. Tevazusu olmayan insanlardan kendisini yüksek görür. O zaman Cenâb-ı Hakk'ın emrinin tersini işlemiş oluyor. Allah ne buyuruyor? Her kim ki Allah için alçalırsa, biz onu yükseltiriz. Bir insan ibadetine güvenirse tevazu sahibi olamaz. İnsanlardan kendisini aşağı göremez. Sen namaz kılıyorsan, namaz seni alçaltacak. Allah seni yükseltecek. Namaz kılmayan için de şöyle düşüneceksin. Evet bu namaz kılmıyor ama kalbi benden temizdir. Sende ki olan kusur onun namaz kılmamasından daha büyük. Hiç olmazsa öyle gör. Öyle bil. Ve şöyle düşüneceksin: "Bugün namaz kılmıyor ama maddemiz bir, rabbımız bir, babamız bir. Allah onda da bir ceset ve ruh hâlk etmiş. Ben de de ceset var. Rûh var. Rûhu Allah üflemiş. Cesedi Allah topraktan hâlk etmiş. Hepimizin babası Hz. Adem. Belki Allah onun kalbinde de bir iman cevheri hâlketmiş olabilir. Bilen Allah'tır. Ben ne bilirim" diye düşüneceğiz. Veliler bilirler ama onlar da aşikâr etmezler. Bir gün olur ki o bir namaza başlarsa benden üstün olur. Ahlâk-ı hamide sahibi olmak lâzım. Bunu Peygamber Efendimiz çok buyurmuş. O kadar Hadis vardır ki...

"Benim ümmetimin en hayırlısı ahlâkı güzel olanlar."

"Benim ümmetimin en şerlisi de ahlâkı çirkin olanlar."


Ahlâkı güzel olanlar hiç kimseyi incitmez. Çirkin olanlar insanları incitir.

"Ahlâkı güzel olanlar aydınlık gündüzler gibidir. Ahlâkı çirkin olanlar karanlık geceler gibidir."

Allah da, Resulullah da, meşâyihler de hepsi bize ahlâkı tavsiye ediyorlar.

Amel ve ibadet ahlâkla kıymetli oluyor. Ahlâksız olursa, ameli makbul olmuyor. Kendimize güzel ahlâkı örnek alacağız.

Peygamber Efendimiz güzel ahlakı tamam etmek için dünya alemine geldi. Dünya alemine ahlâkı ile örnek oldu. Ahlâk düzgünlüğü getirdi. Ahlakı tamamladı. Biz de onun ümmeti olmak için onun ahlâkı ile ahlâklaşacağız. Evliyaullahlar, veliler Resulullah'ın ahlâkı ile ahlâklaşıyorlar. Veliler Resulullah'ın sıfatı ile sıfatlaşıyorlar da veli oluyorlar. Velilik, insanlara babasından miras kalır mı? Ama diyeceksiniz ki bu erkekler için. Hanımlar için de vardır. Hanımlar içinde veliye olmak vardır. Yetişirler. Onlar da Resulullah'ın ahlâkı ile ahlâklaşırlar. Burada erkeklerden hanımların farkı ne oluyor? Hanımlardan peygamber gelmediği için hanımlardan mürşitde yetişmiyor. Yetiştirici olamıyor. Nedir meselâ: Hanımlarda keramete ulaşırlar. İnsanlardaki büyük mertebe:

"Tayyi-mekan, gayb-i rical" oluyor. Bu yere hanımlar ulaşabiliyorlar Yalnız, yetişiyorlar ama yetiştirici değiller. Mürebbi olamıyorlar.

Bize ne lâzım? Meşâyihimize, tarîkatımıza, noksanlık getirecek sözümüz ve hareketimiz olmasın. Sözümüz ve hareketimizle onları methettirirsek. Burda bizim en büyük kârımız bu olacak. Onun için: "Şeyhi şeyh eden, mürididir." Buyuruyorlar. Biliniyor ki sen meşâyihten ders almışsın. Bunu ailen de biliyor. Çevrendekiler de biliyor. Eğer sen kırarsan, tenkit edersen biçimsiz kelamlar konuşursan, küfür konuşursan veya dersini yapmazsan o zaman ne oluyor? Şeyh Efendini zemmettirdin. O zaman ne oluyor? Terakki değil de tenzilatın vardır. Aşağı düşersin. O zaman azap kazanırsın. Cenneti kazanamazsın. Tarîkat haktır. Meşâyih haktır. Onları methettireceksin. Eğer sen ders aldıktan sonra insanlara saygılı olursan, amelinde daha ciddi olursan eğer, o zaman çevreni cezbedersin. Sende tarîkata 8, 10, 20, 40 tane insan getirirsin.

Bilhassa namazını kılmayan, sözünü bilmeyen, hürmetsizlik yapan insanlar tarîkata girdiği zaman onlardaki diğişiklik dikkati çeker. Derlerki: "Bu insan tarîkata girmeden önce namazını da kılmıyordu. Haramdan sakınmıyordu. İnsanları kırıyordu. Şimdi ne kadar düzeldi" denildiği zaman daha çok cezbediyor. Ne kadar insan getirebilirsen senin kârın oluyor. Bir insan başkasını hayıra teşvik edince onunla beraber oluyor. "Gel sen şu hayırı işle" dediği zaman o hayırı işleyen kadar sevap alıyor. Bir insan da "gel şu şerri işle" dediği zaman, o işle diyen, günah işleyenle beraber oluyor.

Tarîkata girincede bir tad aldın yaşantın dikkat çekti. Seninle beraber geldiler katıldılar. Ne oldu? Onların hepsinin kârı kadar kârın oldu. Dünya zevkini bırakın. Ama sakın bunu yanlış anlamayın! "Kazanmayın, çalışmayın" demiyoruz. Helâlından kazanın. Yiyin. Yedirin. Giyinin. Harcayın. Fakat Cenâb-ı Hak islâma bir sınır çizmiş. Müslümanlara dünyaya çalışmayı Allah emrediyor. Ama bu çalışmakta bir maksat var. Beden ilmini sağlasın. Beden ilmi ile din ilmini yapsın. İnsan hasta olunca ibadet te yapamıyor. Birde elin, gözün, vücudun sağ iken çalışmamak, ondan bundan yardım dilenmek makbul değil. Niçin? Beyazıd'i Bestami Hazretleri Silsilede Caferi Tayfur diye geçer. O şöyle buyurmuş: "Üstündeki el, altındaki elden" hayırlıdır. Üstündeki el veren altındaki el alan. Bir insanda var olacak ki versin. Yok olunca el açar. "Veren el, alan elden hayırlıdır." Bu onun kelâmı. Nakşibendi Efendinin kelamı da şudur. "Öyle çalışın ki kimseye bâr olmayın. Yâr olun." Yani siz çalışmayıp yoksul olacak yere (bâr= yük) siz çalışın da siz onlara yardım edin. Çalışmak var. Ama usulu ile helâl olanı kazanın. Bu helâl kârı ne için kazanacağız. Beden ilmi için. Sağılığımız için. Bir de mali amel için. Zekât ve Hac ibadetleri de farz ya. Allah emretmiş. Hac, namazın karşılığıdır. Zekat da orucun karşılığıdır. Demek ki namazın ve orucun karşılığı hac ve zekat. Zekât her sene veriliyor. Ömründe bir defa hac yapmak, ömrü boyu her sene vermiş olduğu zekâtın karşılığı. Ömrü boyunca kılmış olduğu namazın karşılığı. Ömrü boyunca tutmuş olduğu orucun karşılığı. Bir defa Hac yapmak.

Allah derdi veriyor, dermanı da veriyor. İkisini de sebebi ile veriyor. Bir hastalığa tutuluyorsun. Hastalığın sebebini buluyorlar. "Üşütmüşsün. Şurda şunu yemişsin" diyorlar. O hastalığın doktor teşhisini koyuyor. İlâcını veriyor. Hâlkeden kim? Allah. Derdi veriyor. "Dermanını arayın" diyor. Burada da beden ilmini emrediyor. Ki sağlıkla ilgili çalışın beşeri ihtiyaçlarınızı giderin. Soğuktan sıcaktan korunmak için. Açlığımızı çıplaklığınızı gidermek için. Amel için ne lâzımsa onun için. Zevk, safa, keyif için değil. Bunlar bizi aldatır. Zevk, safa için çalışırsak o çalışma ibadet sayılmaz. Bedenimizin sağlığını korumak için, fazlasını da hayır hasenat yapmak için çalışırsak, bu Allah içindir. Amele girer. İbadete girer.

Allah'ın verdiğine razı olun. Çok aşırı olmayın. Başkalarında gördüklerinize imrenmeyin. Olur adam zengindir. Onda gördüğün buzdolabından isteme. Senin evinde ihtiyacını karşılayacağın bir dolabın olduğu hâlde veya çamaşır makinesi olduğu hâlde veya çamaşır makinesi ve benzeri eşyaları modaya göre, her yeni çıkana heves etme. Çünkü gönlünü meşgul eder. Diyelim ki sen de aldın. Bu defa borçlanırsın borcu seni meşgul eder. Bunlardan sakınmak lâzım. Ehl-i kanaat olmak lâzım. Ehl-i sabır olmak lâzım. Tarîkat bunu istiyor. Gücünüz yetiyorsa en iyisini alın. Ama zevk ve safalar da ibadetimize mani olur. Bizi aldatır. Gafil olmayalım. Muhabbet demek Allah-Resulullah-meşâyih sevgisi demek. Bunlardan başka arzumuz sevgimiz olmasın.




[ Tasavvuf Sohbetleri 2 ]