[ Tasavvuf Sohbetleri 3 ]




 




“Allah inananlara ve inanmayanlara rızkını veriyor.”


Dabak derinin hammeddesini giderir de maddesini meydana getirir.

Sevdiği deriyi çok çiğner debbâğ

Dabaklar derileri işlerken nice işlemlerden geçiriyorlar. Eziyorlar, kırıyorlar, ilaçlıyorlar. Hamlığı gideriyor.

Türlü türlü renklere boyar anı
Taşlara çalar ta olunca dibâğ


Anlamak, yaşamak bu işte. Anlayıp yaşamıyacaksa girmeseydi o zaman.

Gıyamazsan başa cana
Irak dur girme meydana
Bu meydanda nice başlar
Kesilir hiç soran olmaz


Terzi Baba Hazretlerinin kıymetli bir halifesi varmış. Daha halife olmadan böyle mihnetle, meşakkatle. Bir taraftan aşk, hararet. Bir taraftan da zahir çileler. Muhabbetle dünya sorunları bir arada. İnsana kavga gelir. Orada da söylemiş:

Görün Sâlih bî-hemtayı
Gezerken kuhû sahrâyı


Bî hemtâ: Emsali insanlar. Asır, asır geliyorlar ya, her asırda bir nesil geçiyor. Kuhû Sahrâ: Dünya

Gönül buldu dilârâyı
Bu gavgayı n’eder yâ Hû


Bir Hafız Rüştü varmış. Bir de Bahı Baba varmış. Birde İrşâdî Baba varmış. Bayburtlu. Bu Hafız Rüştü Efendi'de bir aşk olmuş. Mübarek demiş ki:

-“Ben sana gönül verdim ama. Yak ta kebap mı et dedim.”

Burası er meydanı. Cefadan kaçmayla kurtulamazsınız. Sakın kaçmayın.

Sanma ki âşık olan kaçar cevr ü cefadan.

Kaçıyorsak âşık değiliz.

Sofular cennette kaldı. Âşıklar didara yetişti.

Halbuki çok takva, çok ibadet yapıyorlar. Ama onlar cennette kaldı diyor.

Didârdan manâ: ALLAH'ın Cemâlini âşıklar görüyor. Aşık isek her cefaya katlanacağız. Katlanamıyorsak aşık değiliz. Birisi soruyor:

-“Paşam derdi ki bazıları nedense şuğullu olur derdi.”

Cevap:

-“Şuğul ikidir. Bir isteyerek. Bir de istemeyerek. İstediği şuğul ona azap olur. İstemeyerek olan şuğul terakkiye vesile olur.”

-“Efendim çocuklarım için şu şöyle olsun. Şunu şöyle yapsın diyorum. Ana olarak bekliyorum. O da dedikodu mu oluyor, konuşmuş mu oluyorum. Bilmiyorum ki...”

-“Orada hakikat var. Ama ikaz da var. Onu onlardan bilme. ALLAH'tan bil. Meselâ:

-“Yapma oğlum” diyorsun yapıyor yine. Tesir etmiyor.  Şöyle düşüneceksin. “Demek ki layık olsaydım hizmet ederdi”  diye düşüneceksin.

-“Kendimi mi suçlayayım?”

-“Tabii methe layık şeyhimiz var. Zemme layık nefsimiz var. Hürmet ederlerse Rabıtandan bileceksin. Hürmet etmezlerse nefsinden bileceksin. Herhalde kendilerinin nasipsizliği. Habire kendimizi de kötülemeyelim. İnşaallah himmet olur. Onlar da has olur.”

Başka bir konu:

-“Efendim bugünkü devirde vahiy geliyor mu?”

Cevap:

-Hayır, Vahiy peygamberlere gelir. Cebrail getirir. Fakat bir de vardır ki ilhamî olarak velilere bildirilir. Aslında 124 bin peygamberin hepsine vahiy gelmemiştir. Sekiz tanesine gelmiştir. Diğerlerine uyur uyanıklık arasında ilhamî olarak bildirilmiştir. İlhamî olarak bildirilmek, ancak velilerin hakkıdır. Hocanın değil. Hocanın önünde yazı var. Okumuş onu öğrenmiş.

İLHAM: Hiç bilmediği halde bilmeyen bir kimsenin konuşması.

Bazı yanlış anlamalar var. Meselâ:

Namazda “uydum Şeyh Efendime” diyorlarmış. Bu olmaz.

Bir cemaatte imam için. “Benim Şeyh Efendim kıldırıyor.” Denilebilir.

Namazda “ben uydum Şeyh Efendime” demek olmaz. Çünkü o zaman insanın bir şey okumaması gerekir.


Ama Şeyh Efendim imam. O'nunla beraber kılıyorum. Der ve o namazın tatbikatını yapar.

Kıyam var, kıraat var, rüku var, sücud var, tahiyyat var.

Bunları yapmazsan namaz olmaz ki... İnsan imama uyduğu zaman bile yine de Sübhaneke ve Eûzü Besmeleyi okuyor. Diğerlerini okumuyor.

Ama imama uymadığı zaman farz olan kıraat var.

Soru:

-“O zaman nasıl söylememiz lazım? Uydum imama. Şeyhimle beraber mi?

Cevap:

-“Şimdi bir cemaat halinde iken. Hanımlarla değil de.”

Soru:

-“Mesela Tekke'de namaz kılarken şeyhimizle beraber kıldığımızda.”

Cevap:

-“O namazları hayal edebilirsiniz. Düşünebilirsiniz. Ben namazı kılıyorum. Ama, Şeyh Efendim imam. O'nun arkasında kılıyorum.”

Soru:

-“Şeyhim imam dersek” olur mu?

Cevap.

-“Şeyhimle beraber kılıyorum.” Başka bir cemaat ile kıldığınızda “uydum imama" denilir. Tek kılındığı zaman  “uydum imama” denilmez, “uydum şeyhime” denilmez. “Şeyhimle beraber kılıyorum.” Diyeceksiniz. Namazın bütün emirlerini yerine getireceksiniz. Kıyam, kıraat v.s.

Şeyhim önümde ben de arkasında, Ona benzeterekten kılıyorum diye hayal edeceksiniz. Makbul olan da bu.

-“Efendim, Şeyhim kılıyor diye kılarsak mahsuru var mı? Evde yalnız kılarken kendimiz aradan çıksak olmaz mı?”

Cevap:

-“Şimdi bakınız yanlış anlaşılmasın. Uydum imama deyince birşey okuyamıyor. İmamla hareket yapıyor.”

-“Hayır efendim tek kılarken.”

Cevap:

-”Başka bir cemaatle kılarken de ki: “Bu cemaat bizim ihvanlarımız. İmam da Şeyh Efendimiz.” Tek olduğun zamanda Şeyh Efendini hayal ederekten, ona benzeterekten kılacaksın. Rükunu, secdesini, tahiyyatını hepsini yerine getireceksin. Yalnız ne var? Şeyh Efendim önümde. Ben de arkasında namaz kılıyorum.”

“Uydum Şeyhime” denmez.

“Uydum Şeyhime” dediğin zaman birşey okuyamazsın. Zahirde bir imam yok. Yatırıp kaldıracak kimse yok.

Anlayamıyorsunuz. Demek ki bu hayal-rabıtayı anlıyamıyorsunuz. Herşeyimizde hayal var. Her amelini işlerken. Şeyh Efendimizin ameline benzetmeye bak. Ve O'nu unutma. Namaz kıldığını gördünse ona benzetmeye çalış. Benzetebildiğin kadar, O'nun kalktığını hatırla, eğildiğini hatırla.

Bir de şu vardır:

Bir hocanın vaazını dinlerken o vaaz size ters gelmiyorsa. Dersiniz ki:

-“Şeyh Efendim konuşuyor.” Gözlerini yum. Hocaya hiç bakma. Rabıta yap. De ki Şeyh Efendim konuşuyor. Bir de şu var: Tarikata dil uzatıyorsa, onu nasıl dinlersiniz? Kalkar kaçarsınız.

-“Efendim şöyle olabilir mi? Müridin gönlüne göre zahir vaiz hocası bile olsa. Öyle bir Rabıtaya sahip müridse, Efendim ordan konuşuyor. Ordaki ihtiyacı, ordaki cemaate verilecek bilgileri öyle dinleyebilir mi?”

Cevap:

-“O sadece o mürid içindir. Başkasına diyemez. Başkasına kabul ettiremez onu.”

Soru:

-”Bizim bir çok müftü olan, vaiz olan ihvanlarımız var. Onları zahir kişiler dinliyorlar. “Bu hocayı muhakkak tanımak istiyoruz” diyorlar. Ben bakıyorum ki: O hoca bizim müridimiz, ihvanımız. O zaman diyorum ki “o hocayı size istediğiniz şekil de sohbet ettiren onun mürşididir. Onu o kadar çok beğenmişsiniz. İşte onu orada bizim mürşidimizin velayeti konuşturuyor”. Tekrar “mutlaka tanımak istiyoruz” diyorlar. Bu şekilde de oluyor Efendim.”

Cevap:

-”Hace-i Ahrar Efendimiz zamanında Derviş Ahmet isminde bir tanesi. Vaiz bu kişi. Ama şeyhi başka bir zat. Ondan müsaade almış. Bir camide vaaz etmiş. Orada cemaat çoğalmış. Başka bir camiye gitmiş. Sonra Taşkent'te en büyük camide vaaz etmeye başlamış. Nasıl olmuşsa kendi Şeyh Efendisi bunun vaaz ettiği haberini almış. Ve “vaaz etme” dediği zaman bir daha vaaz edememiş.

Tasavvuf bu. İnsanları konuşturmak. Konuşturmamak. Bir şey  konuşamıyor. Cemaat dağılmış başından. Kendi şeyhine gidememiş. Gelmiş Ubeydullah Ahrâr Hazretlerine. Ağlayaraktan söylemiş. O da acımış, ona, demiş ki:

-“Git şu küçük mescidde vaaz et” demiş. Yine cemaat artmaya başlamış. Daha büyüğüne gitmişler. Derken bu halka duyulmuş: “Derviş Ahmed'in vaaz yetkisini Şeyh Efendisi elinden almış. Ama yine Ubeydullah Hazretlerinin emri ile bu vaaze başlamış” diye. Bir gün bu Derviş Ahmet büyük bir cemaate vaaz ederken, Ubeydullah Hazretleri gitmiş Camiye. Cemaat dinlerken O'da dinlemiş.

Bu vaaz sırasında Maişetullahtan bahsetmiş. Daha ağır konulardan bahsetmiş. “Bu vaazı kimse yapamaz” demiş. Kendisinden bilmiş onu. Ubeydullah Hazretleri de orada. Cübbesini kafasına kulaklarına kapatmış. Daha da konuşmamış. Farkına varmış. Kapanmış ayaklarına özür dilemiş. “Affet beni” demiş.

-“Bir daha kendinden bilme, kendine kibir getirme” demiş.

Bunlar olabilir. Ama bu zamanda kim bilecek bunu. Kim farkına varacak onun?

-”Bu zamanda da var Efendim. Hanımlar “bu hocaya beylerimizi götüreceğiz” diyorlar. Ve de hoca ihvanımız.”

Cevap:

-Eğer bu konuşan ihvan ise kendisi konuşmaz. “Beni bir konuşturan var” der. “Bir himmettir demesi lâzım.”


[ Tasavvuf Sohbetleri 3 ]