[ Tasavvuf Sohbetleri 3 ]




 




“Allah’ın kulun ibadetine ihtiyacı yok.
Kul kendi görevini yapıyor.”



Nakşibendi Efendimizin çok halifeleri vardı. Birisi de Muhammed Parisa Hazretleri idi.

Parisa: Genç demek, civan demek.

Birgün Nakşibendi Efendimiz evinde otururken Muhammed Parisa onsekiz yaşında kapıya gelmiş. Kapıyı çalmış. Hizmetçilerine demiş ki:

-“Çık bakayım kapıda kim var?” Görevli gelmiş demiş ki:

-“Bir Parisa yani bir genç var.”

-“Sen Parisa imişsin demiş.”

Bu Parisa ismi ordan kalmış. Onu çok seviyormuş. Bu yol yokluk yolu. Nakşibendi Efendimiz Reis-i evliyadır. Ne kadar evliya varsa hepsinin başıdır. Böyle iken Muhammed Parisa'nın ayaklarının altına yüzünü iki defa koymuş.

Birisinde çamur karıyorlarmış, yaz mevsimi.

-“Evleri yıkın” demiş. Yıkmışlar. Yazlığa göre ev yapıyorlarmış. Sonbahar gelince de kışlığa göre yapıyorlarmış.

Birgün ihvanlar demişler ki:

-“Efendim yazın yazlıkta oturalım kışın kışlıkta oturalım. Evleri yıkıp yapmayalım” demişler.

-“Size hizmet olsun” diye demiş. Hizmet te üç çeşittir.

1- Bedeni hizmet.
2- Mal ile hizmet.
3- Hem mal, hem beden ile hizmet. Bedenen hizmet daha makbul oluyor.

-“Hizmet göresiniz. Himmet alasınız yoksa benim sizin çalışmanıza ihtiyacım yok” demiş.

Orada bir küfe varmış. Ona taşları doldurmuş. Taşımış ve demiş ki:

-“Bizim sizin çalışmalarınıza ihtiyacımız yok.” Yine bir yaz mevsiminde. Ustalar tutulmuş, çamurlar karılmış, evler yapılıyor. Nakşibendi Efendimiz de biraz istirahat edeyim demiş. Herkes de istirahata çekilmiş. Muhammed Parisa Hazretleri de çamur kararken küreği döşüne dayamış, kendinden geçmiş. Nakşibendi Efendimiz dolaşmış bakmış ki, herkes istirahatta. O ayakları çamurun içerisinde. Kürek döşünde kendinden geçmiş vaziyette. Hemen ayaklarına yüzünü koymuş.

-“Yâ Rabbi bu çamurlu ayaklar yüzü hürmetine Bahaddine rahmet et.”

Demek ki: ALLAH'ın en hoşuna giden şey. Acziyetimizi bilmek. Mahviyete düşmek. ALLAH bundan razı oluyor. Cenâb-ı ALLAH eğer amelden razı olsaydı, üç yüz sene ibadet yapan Bağrani imansız gitmezdi. Bu kadar ibadet yapıyor da niçin imansız gidiyor. Çünkü ibadet bir emirdir. Emir yerine gelecek. Yoksa ALLAH'ın ibadete ihtiyacı yoktur. İbadet varlığı ALLAH'ın hiç hoşuna gitmez. Resûlullah Efendimizden sonra ALLAH İbrahim Aleyhisselam'ı çok seviyordu. Ona da “DOSTUM” dedi. “Manası çok sevmek” demektir.

Onun da en büyük ameli misafir ağırlaması idi. Misafirsiz yemek yemezmiş. Bir defasında ALLAH misafir yollamadığı için üç gün orucunu bozmuyor. İçinden de geçiriyor. Acaba benim gibi oruç tutan var mı? Diye (Bak. Gülden Bülbüllere I)

ALLAH'ın sırlarına hikmetlerine akıl, güç yetmez.

Bütün peygamberler içerisinde en çok Peygamber Efendimizi sevmiş.

İbrahim Peygambere de DOSTUM demiş. Buna rağmen “üç gün oruç tuttum” demesi olmadı. Çünkü ALLAH'ın ibadete ihtiyacı yok. İbadetimize güvenmeyeceğiz.

Belen isminde bir abid. Filistin'de. O da imansız gitmiş. Yine 200 sene Suriye çölünde ibadet yapan bir abid.

Silsilede üçüncü okunan büyüğümüz Selmani Farisi Hazretleri. Birincisi Resûlullah Efendimiz. İkincisi Sıddık Ekber Efendimiz. Selmani Hazretleri üçyüz küsür sene yaşamış.

Resûlullah Efendimizin nisbeti nuru, feyizi bunlardan geliyor bize. Resûlullah Efendimize geldiği zaman üç yüz (300) yaşında imiş. Resulullah Efendimizden de sonraya kaldı. O zaman eski insanlar çok yaşıyorlarmış. İşte o zaman dünya ile hiç alakası olmayan bir abid. 200 sene ibadet yapan bu abidin gönlüne gelmiş ki “ben cenneti kazanmışımdır.” Bu hal ALLAH'ın hoşuna gitmemiş. ALLAH onu hemen imtihana tabi tutmuş ve ona ALLAH doktor suretinde bir melek gönderiyor. “Git filan kuluma. Onun dişine bir ağrı ver” diyor. Daha melek ona yaklaşmadan abidin dişi ağrımaya başlıyor. Amansız bir ağrı. Dayanamıyor. Yuvarlanıyor çöllerde. Ağlıyor, bağırıyor.

Meleğe de diyor ki:

-“O seni doktor görünce benim bu dişimi al, kurtar der sana. 200 senelik amelini almadan onun dişini çekme” demiş. Doktor geliyor abide selam veriyor. Ama o hiç yüzüne bakmıyor. Doktor soruyor:

-“Abid niye böyle yapıyorsun sen?”

-“Sen doktor musun?”

-“Evet, diş doktoruyum” diyor.

-“Tamam işte benim dişlerim ağrıyor. Beni kurtar.”

-“Peki paran var mı?” Demiş.

-“Ben parayı nerden bulayım.”

-“Öyle ise amelini ver.”

-“Peki vereyim” demiş.

-“Ne kadar amelin var?”

-“200 senelik amelim var.”

-“Ver 200 senelik amelini seni kurtarayım” demiş. Abid:

-“Hayır olmaz. Bir diş ağrısına 200 senelik amel verilir mi?”

-“Verirsen kurtarırım.”

-“Yoksa çekip giderim” diyor ve gidiyor. Ağrısından duramıyor, peşinden bağırıyor:

-“Aman doktor bey gel” diyor.

-“Bu 200 seneyi bölelim. Yüz senesi senin olsun. Yüz senesi de benim.”

-“Hayır olmaz. Bir senelik amelden bile geçmem. 200 seneyi de istiyorum” diyor.

-Diyor ki:

-“50 senelik amelimi olsun bana bırak”

Hayır deyince, ağrıya dayanamıyor. Razı oluyor.

-“Al, al! Diyor 200 senelik amelim senin olsun. Çek dişimi” diyor.

Dişini çekiyor.

-“Peki abid. Sen cenneti bekliyordun. Nerde kaldı? Ancak bir dişin 200 senelik ibadetini karşıladı.”

Demek ki Hadis-i Şerifte buyuruyor ki:

“Kişi ameli ile cennete giremez. Ancak, ALLAH'ın fazl-ı tevfiki, kişinin mertliği kişiyi cennete sokar.”

Yani ALLAH bir kuluna amel bahşedecek. Bahşetmezse, amelle kazanamaz.

ALLAH bizi yoktan var etmiş. Sıhhati veren O. Rızkı veren O. Bizim gece-gündüz bütün ibadetimiz vermiş olduğu rızgın karşılığımıdır? Değil.

Sıhhatin karşılığı mıdır? Değil.

Ama ALLAH cenneti kuluna verecek. Kimlere verecek? Mertlere verecek. Mertlik de çeşitlidir:

Amelen mertlik.

Malen mertlik.

Can ile mertlik.

Candan mertlik ancak kime olabilir? ALLAH'a olabilir. Başka kimseye olmaz. Çünkü bu canı O vermiştir. O'na vermek lazım, vermesek te zaten alacak. Ama ölmeden evvel ölüm var. ALLAH böyle buyuruyor.

“Kulum, ölmeden evvel öl.” Eğer o almadan önce biz canımızı ona verirsek en büyük mertlik te bu.

Peki verince ruhumuz mu çıkar? Hayır nefsimiz ıslah olur. Nefisimiz ölür. Nefsi çıkınca insanların nefesi olurmuş. İnsanların bu nefesi var ya, hem zikirdir. Hem de küfürdür. Bir insan bu nefesleri boşuna harcıyorsa münkirdir. Boşuna harcamazsa ZİKİR olur. Nefes “Ha” ile girer “Ha” ile çıkar.

HAY ise ALLAH'ın esas ZAT'ının ismidir. Sıfatlarının ismi değil. ALLAH'ın 1001 ismi sıfatlarının ismidir. Zatının ismi ise Lafza-i Celâl'in “HA”sıdır.

Lafza-i Celâl de üç harf var.

“Elif “= ALLAH'a işaret.

“Lam” = ALLAH'ı tarif etmeye işaret.

“Ha” = ALLAH'ın gaipte olan görünmeyen ZAT'ının ismi “Ha”dır. O da nefestir. “Ha” ile girer “Ha” ile çıkar. Onsuz hiçbir şeyde hayat yoktur.

(Not: lâmın üzerindeki şedde ALLAH'ı mübalağa işarettir.)

Soru:

-“Efendim cinlerinde mi zikrediyorlar?”

-“Evet. Tabii.” Bir ibadet etmek var. ALLAH'ın emirlerini tutmak var. Bir de zikir var.

İbadet te zikirdir. Namaz kılmak ta zikir. Oruç tutmak zikir. ALLAH'ın emirleri bunlar. Bunların hepsi zikir ama zikrin en hülâsası kalpten ALLAH'ı unutmamak. İnsan kalpten ALLAH'ı unutmamakla namaz kılmayacak mı? Kılacak. Oruç tutmayacak mı? Tutacak. Zahirdeki ibadetleri yine yapacak. Zahir emirler cesede emredilmiştir. Zikir de kalbe emredilmiştir.

Soru:

-”Efendim tarikat eğitiminde melekî sıfata geçiyor müridler. Onların zikirleri de meleklerin zikirleri gibi oluyor mu?”

Cevap:

-”Meleklerinkinden üstün oluyor. Çünkü melek aşağıda kalıyor. Melek zaten ALLAH'ın sıfat nurundan halkedilmiş. Meleklerin hayatları da zikir, sıhhatleri de zikir. Gıdaları zikir. Uykuları yok. Uykularıda zikir, yemeleri de zikir, içmeleride zikir. Hastalık yok onlarda. Ölmek yok onlarda. Ama insan melekî sıfata geçince onlardan üstün oluyor.”

Soru:

-“Efendim şimdi buyurdunuz. ALLAH'ın kulun ibadetine ihtiyacı yok. Kul kendi görevini yapıyor. Ama ALLAH'ın veli kulları var. Onlar da bulunduğu beldeyi temizlemiyorlar mı? Zikirleri ile, nefes alış-verişleri ile, onların ki ibadetten farklılık gösteriyor.”

Cevap:

-“İbadet başka. Zikir başka. İbadet abidlerindir. Zikir de velilerindir.”

Hz. Ali Efendimiz mevtaları yıkarmış.

Peygamber Efendimizin emri.

“İlim şehriyem ben. Kapısı da Hz. Ali'dir.”

Böyle olduğu halde Hz. Ali Efendimiz meftaları yıkarmış. Abuzer isminde bir tanesi vefat edince Hz. Ali Efendimiz yıkamaya gitmek istemiş de Peygamber Efendimiz men etmiş.

-“Ya Ali. O ehl-i zikirdir. Ehl-i zikirin halinden ehl-i zikir anlar. Onu Selman yıkasın” demiş. Ehl-i ibadet başka. Ehl-i Zikir başka. Zaten ibadetten geçmeyen ehl-i zikir olamıyor. Kim ki ibadetten geçmezse ehl-i zikir olamaz. Ehl-i zikir ALLAH'ı hiç unutmuyor. ALLAH'la beraber. Ama ibadet perde oluyor. Bütün amellerinden geçecek ki perde kalksın. Bu düşmeler, şaşmalar, aldanmalar abidlerde olur, velilerde olmaz.

Pîri Sami Hazretlerinin ikinci halifesi Hacı Abdurrahman Efendi, vefat etmişti. Mübarek Paşam Hazretleri O’nun taziyesine gidelim diye buyurdular. Gittik. Öğleyi kıldık. İkindi namazında onun tekkesinde idik. Kısa günler. Hacı Abdurrahman Efendi Dedemle ihvan kardeş. Babamla da medrese arkadaşı. Çok ta alimmiş, Orada yine dedemin bacanağı varmış. Hacı Hafız Efendi o köyün eşraflarından. Çok akıllı, çok alim. Sözü sohbeti belli. Ulema ile meşayihlerle dostluğu olmuş, sohbeti düzgün olan bir zat. Bir de Pîri Sami Hazretlerinin torunu Reşit Bey var. Nahiye müdürü. O da orada. Gittik oraya. Pîri Sami Hazretlerinin torununa öyle hürmet gösteriyor ki Mübarek Paşam Hazretleri onların yanında büzüldü, büzüldü, büzüldü.

O sırada. Hacı Hafız Efendi sohbet ediyor.

-“Dede Efendi bilir. Dede Efendi birşey mi buyuruyor” diyor. O da:

-“Hayır ben dinlemeye geldim” diyor. O sırada Hacı Hafız Efendi bir evliyadan bahsederek: “Sonradan imansız gitti” dedi. O sırada Mübarek tahammül edemedi.

-“Haşa!.. Hacı Efendi. O yanlış. Evet çok abidler imansız gitmişlerdi. Evliyaullah HAK ile HAK olmuştur. Nasıl imansız gider. Evliyaullah'ta gaflet kalmamıştır ki. Gafletten dolayı kusur işlesin de imansız gitsin yanlıştır” dedi.

Evet işte öyle. Abid başka, ehl-i zakir, ehl-i huzur başka. Abid çok ibadet yapar ama ehl-i zakir olamaz. Bütün ibadet varlığını yok etmedikten sonra ehl-i zikir olamaz. Onlar perdedir ona. Tabii ibadet te ALLAH'ın emridir. Zikir de ALLAH ın emri.

Cenâb-ı Hak:

“Beni çok zikredin” buyuruyor.

Bu ayetin tefsiridir. Gerçekte çok zikreden kimdir? Gönül sahibidir. Gönüldeki zikrin sayısı olmaz. Ağızdaki zikrin sayısı var. Sabahtan akşama kadar ALLAH! ALLAH dese dil ile sayısı belli olur. Ama gönüldeki zikrin sayısı belli olmaz, çünkü mükevvenatta ne halketti ise hepsinin bir hakikatı var. Onlar canlanıyor. Hepsi orada zikir yapıyor. Onun için bir evliyaullah bütün mahlukatın nefesinin adedince zikir yapıyor. Gönül sahipleri.

“Ebrârların sevaptır diye yaptıkları ibadetten mukarrebîn kaçar.” Şimdi burada anlaşılır ki, Ebrâr namaz kılıyor da mukarrebîn kılmıyor. Ebrâr oruç tutuyor da mukarrebin tutmuyor. Hayır, öyle değil, sevabından kaçarlar. Amelden değil sevabından kaçarlar. Ebrâr orucu tutar, ondan ne kadar sevap bekler.. Mukarrebîn orucu tutar. “Ben bu orucu layıkı ile tutamadım” diye korkusunu çeker. Her amel böyledir. Ebrâr her işlemiş olduğu amelden bir sevap bekler. Mukarrebîn ne kadar amel işlese yine bir sevap beklemez. İşte tasavvufdaki kelam budur.

“Ameli güzel işle, işlememiş gibi ol” emir var. Emir tutulacak.

Sonra şeriat, tarikat değişiyor. Bir yerde birleşiyor. Bir yerde de birleşmiyor. Zahirde ibadette birleşiyor. Şeriatı olan da namaz kılıyor. Tarikatı olan da namaz kılıyor. Velisi de kılıyor, nebisi de kılıyor, tarikatı olan da namaz kılıyor, kamili de kılıyor, avamı da kılıyor. Ama maneviyata gelince değişiyor. Zahirin anlayamadığını onlar anlarlar. Onların anladığını zahir anlamaz, bilmez. Zahir farz olan ibadeti yapınca cenneti kazanır. Ama mukarrebîn diyor ki: “Kulun ameli ne olacak? ALLAH kabul ederse eder, etmezse ne olacak?” diyor. ALLAH'ın karşısına varlıkla çıkılmıyor, Peygamber efendimiz yoklukla çıktı.

Nefs-i emmârede gurur, kin, haset, kibir, bunların hepsi yüzde yüz küfür. Ama nefs-i levvâmede yarıya düşüyor, tam temizlenmemiş oluyor. Mülhimede azalıyor. Mütmainde temizleniyor.

Mütmainde veli sınıfına geçiyor ki insan. Onda kin de kalmaz, gazap da kalmaz, gurur da kalmaz, haset de kalmaz. O zaman temizlenir.

Soru:

-”Efendim, adap kitabında hangi peygamberlerin hangi renk nuru taşıdığını yazıyor. Resûlullah efendimizin yeşil renk nur taşıdığını yazıyor. ALLAH'u Teala'nın zatının nurundan orada bahsetmemiş. Siz de bir teveccüh sohbetinizde buyuruyorsunuz ki, “şeytanın nuru kırmızı-turuncu renkte” diye.”

Cevap:

-Hayır. Kızıl-Sarı. Şeytanın nuru kızıl-sarı. Tasavvufta Reşahat kitabında yazar.
ALLAH'ın her türlü nuru vardır. Siyah nuru da vardır. Kırmızısı var, siyahı var, yeşili var, beyazı var. Yalnız kızıl ve sarı nura aldanmayın. Şeytanın olabilir. O da nur gösteriyor ya, şeytana ALLAH yetki vermiş. O da nur gösteriyor. Yalnız, kızıl nura, sarı nura aldanmayın. Şeytanın olabilir.

Beyazidi Bistami Hazretlerinin zamanında ramazan imiş. Sahrada sohbetleri bitmiş, istirahatte imişler. Vakitleri yaklaşmış, iftarı bekliyorlar. O sırada şeytan havada bir nur göstermiş. Havada bir köşkte nur ile beraber görünmüş. Demiş ki:

-“Ey kullarım! Ben sizden razı oldum. Yiyin oruçlarınızı. Hepsi duymuşlar. Tam o anda Beyazidi Bistami Hazretleri:

-“Sakın yemeyin. O şeytandır”, demiş. Şeytan kaybolmuş gitmiş. Demişler ki:

-“Efendim siz onun şeytan olduğunu nereden bildiniz?”

Buyurmuş ki:

-“Şeytan olduğunu anladık. Çünkü mekan gösterdi. Bir de sesi tek cihetten geldi.”

Hak ses altı cihetten gelir. Hak ses mekan göstermez.

ALLAH mekan göstermez.

Sesin geldiği yer bilindi ve kendisi göründü.

Şeş ciheti baştan başa kaplamış
Gelir her taraftan hu-yi muhabbet


Bu nedir? Zikir, Zikirden mana ALLAH'ın nuru. ALLAH'ı unutmamak. ALLAH'ı unutmayan ALLAH'ın nuruna gark oluyor.

Şeş cihet altı cihet. Taban, tavan, ön, arka, sağ, sol. Altı cihetten gelirse ses haktır. Tek yönlü gelirse inanmayın. Aldanmayın.

Nurlara gelince Peygamber Efendimiz yeşili çok severmiş. ALLAH'ın bütün nurları onda tecelli etmiş. Sadece yeşil mi? Siyahı, kırmızısı, beyazı, yeşili hepsi tecelli etmiş. Nurlar ALLAH'ın nuru ise Peygamber Efendimizde hepsi toplanmış. Velilere de taksim edilmiş. Peygamber Efendimizin nurunu veliler yok iken nebiler taşımış. Nebilerden sonra veliler taşımış.

124.000 peygamber gelmiş, geçmiş. 124.000 peygamberi 70 seneye bölsek. Her haftada 1000 peygamber. Ne yapar? 70 + 70 = 140, 140 + 140 = 280 demek ki burada her asırda 2500 peygamber geçmiş oluyor. Bu nur hangisinde imiş? Hepsinde imiş. Resûlullah'ın nuru hepsine taksim olmuş.

Resûlullah Efendimizde hepsi tamamlanmış tümlenmiş. Peygamber Efendimizden sonra bu nur, bu sefer de velilere taksim edilmiş. Her asırda bu kadar veli var. Hangisi? Hepsi varis-i enbiya. Ama nedir? Peygamber Efendimizin nuru hepsinde vuku bulmuştur.

Şimdi Peygamber Efendimiz büyük bir ayna.

Onda ALLAH'ın nurları görünüyor. Büyük aynanın karşısındaki görünen bir şey. Bir milyon aynayı karşısında tutunca hepsinde görünür. Resûlullah Efendimiz yeşili sevdi. Bazı tarikatlar bu rengi kullanmamaya özen gösterirler. Bizim büyüklerimiz de “yeşile nasıl basalım. Yeşili nasıl kullanalım” diye itina ederlerdi.

ALLAH cennetini kuluna verecek. Mert kuluna verecek. Mertlikte çeşitli oluyor.

Amelen mertlik var. Bedenen mertlik var. Can ile mertlik var. Bunlar müsavi değiller.

Amelen mert olana göre bedenen mert olan daha kıymetli oluyor. Mal mertliğinden daha üstün olan amel mertliği. Ondan daha üstün olan beden mertliği. Ondan daha üstün olan can mertliği. “Candan mertlik olmaz” derler. Olacak. Can verilmeden cânan bulunmaz. Cânan için canını verecek. Cânan nedir? Canların geldiği yer. Ora için verecek ki oraya ulaşsın. Bu ALLAH'ın emridir.

“Kulum ver beni de al beni” diyor.

Can mertliği nerede olur? ALLAH için verilir can.

Mal varlığı olan bir kimse fakire malından verir.

Bir de amel zenginliği olanlar var. Bu ameli ne için işliyor? Eşi için, dostu için. Müslümanlar için.

“Yâ Rabbi onlar cennete gitmeyecekse ben de gitmem” diyor.

Bir de beden mertliği vardır. Düşkünleri, fakirleri korumak için bedeninden mertlik eder. Çok kıymetli azasını Allah yolunda mertlik yapar.

Bir de can mertliği vardı! En kıymetlisi de budur.

Hulefa-i Raşidin: Dört halife. Bunları birbirinden ayırt etmeyeceğiz. Dördüne de sevgimiz müsavi olacak. Cenâb-ı Hak'ta, Resulullah Efendimiz’e mübarekler için dört yârim diyorlar. Herbirisinin hususiyetleri var. ALLAH bile Sıddık-ı Ekber Efendimizin sadakatini, çok doğru olduğunu söylüyor. Gökteki meleklere onu övüyor, methediyor.

Bir seferinde ALLAH'u Teala diyor ki:

“Habibim, söyle ki: Ben sıddık kulumdan razıyım. O da benden razı mı?”

Hz. Ömer'in de adaletini methediyor.

Hz. Osman'ın da hayasını methediyor.

Resûlullah Efendimiz ensârın hiçbirisine ayağa kalkmazmış. Hz. Osman gelince kalkarmış. Niçin? Melekler kalktığı için kalkarmış. Melekler bile Hz. Osman'ın hayasına gıpta ediyorlarmış.

Hz. Ali Efendimizin de mertliğini, sehavetini methediyormuş. Halbuki kendisi fakir.

Kâfirin bir tanesinin sevgilisi varmış, Mecnun gibi, Ferhat gibi çok âşık olmuş. Ona demişler ki:

-“Ebu Talib'in oğlu Ali'nin başını getirirsen sana kızımızı veririz.”

“Hz. Ali Efendimizin pehlivanlığı var. Herkes biliyor. Adamı öyle bir aşk sarmış ki, ağladığı zaman gözlerinden yaşlar sel gibi akıyor. Gitmiş, Medine-i Münevvereye yaklaşmış. “Ya öleceğim, ya bu ızdıraptan kurtulacağım” diyor. Hz. Ali Efendimize rast gelmiş. Hz. Ali Efendimiz onu o halde görünce çok acımış.

-“Nedir senin bu halin?” diye sormuş.

O da derdini anlatmış.

-“Ebu Talib'in oğlu Hz. Ali'nin başını götürürsem sevgilimi verecekler” demiş. Ali Efendimiz ona o kadar acımış ki başını önüne koymuş.

-“Kes bu başı, istedikleri bu.”

Kâfir şaşırmış, o anda ALLAH o kâfirin gönlünü döndermiş.

-“Ya Ali ben müslüman olacağım” demiş.

Evet.

Amelden mertlik var, maldan mertlik var. Maldan daha üstün olan amel mertliği. Amelden daha üstün olan beden mertliği. Beden mertliğinden daha üstün olan can mertliği. Ancak ALLAH için olur. Ama çok kıymetli olduğu için veremezsin. Zaten vermesen de ALLAH o canı alacak. Verirse merttir, vermezse fakirdir. Canı ALLAH verir, ALLAH alır. Ama o almadan vermek lazım. Kendini ateşe atacak değil, ama varlığından kurtulacak. Terk-i can olacak.

Terk-i dünya, terk-i cisim, terk-i ukba, terk-i can.

Başını top eyleyip gir vahdetin meydânına
Kıl gazâyı Kerbelâ gir kendi nefsin kanına

Kerbelâ kazası niçin burada zikrediliyor? Çünkü Kerbelâ gazası geçmişte ve gelecekte, bütün ehl-i imana büyük acı duyurmuş.

Salih Baba ne buyurmuş?

Kerbelâ'dan eksik olmaz nâremiz

Sanki kendisi de karışmış gibi nâre vuruyor.

Bu nâre nedir? Can, cezbe. Bütün ehl-i aşka düçar olanlar var ya ALLAH aşkına düçar olanlar.

Evet zahir emirde Muaviye sahabedir. Resûlullah Efendimizin de kaynıdır. Ona zahirde birşey söylenmez. Ama, Ehl-i Aşk olanlar onu sevmezler. Ehl-i aşka düçar olanlar bu acıyı çekerler, duyarlar. Onun için:

“Kerbelâ'dan eksik olmaz nâremiz” diyor.

Ehl-i aşk olmayanlar bilmezler. Anlayamazlar.

Kerbelâ vakası bütün ehl-i imana acı duyuracak. Geçmişte ve gelecekte demek ki nefsine kıyanlar Kerbelâ vakasını işliyorlar.

Seyri kıl uşşak-ı Mevlâ nice kıyar canına

Seyret. Seyret ki bak. Uşşak-ı Mevla: ALLAH'ın aşıkları. Nasıl kıyıyorlar canlarına.

Terk-i can etmektir ancak Aşk-ı sevdâdan garaz


Nasıl kıyıyorlar canlarına! ALLAH için her arzudan geçmişler. Manevi arzulardan geçmişler.

Makamdan, mevkiden, ilimden, mallarından, evlat sevgisinden, hepsinden geçmişler, canlarından da geçmişler.

Terk-i can oluyorlar. Terk-i can olmayan cânanı bulamıyor. ALLAH'ta: “Kulum ver Beni de al Beni” buyuruyor.

ALLAH hepinizden razı olsun. ALLAH sizi cennet hurisi etsin. Cennette büyük annelerinize komşu etsin. Cenneti kazandıktan sonra hanım, erkek hepsi bir oluyor. Hanımlık erkeklik nefislerde, ruhlarda yok.

Cennet ruh alemi. Cehennemde ruh alemi. Cenab-ı Hak zahirde: Hanımları akılda, dinde, mirasta noksan halketmiş ama zulmetmemiştir. ALLAH zulmetmez. Bir taraftan bir eksiklik verirse, öbür taraftan o eksikliğin karşısında ikramda bulunur. Hanımın bir ameli, erkeğin yüz ameline karşılıktır.

RABİA ADEVİYE Validemiz çok hac yapmış. Hasan Basri Hazretleri de o zamanın büyük evliyaullahı. O'da elliüç Hac yapmış.

Bir sefer tavafta beraber bulunmuşlar. Tavafta iken Rabia Adeviye Validemiz hastalanmış. Kadın hastalığı olmuş. Orada o hastalığından dolayı bir AH!..

Bu ahı Hasan Basri Hazretleri görmüş.

Erişti göklere hem dûd-ı ahım sen safâ geldin

Göklere dumanlı ah!.. “O AHI” görmüş Hasan Basri Hazretleri. Demiş ki:

-“Ya Rabia 53 tane kabul olmuş haccım var. Bunların hepsinin sevabını sana vereyim. O ahın sevabını ver bana.” Demiş ki:

-“Ya şeyh sen o ahın nereye gittiğini gördün. Ben görmedim veremem” demiş.

Hasan Basri Hazretlerinin 53 Haccı olmuş. Rabia Validemizin durumu da ALLAH'ın emri olduğu halde, bir AH!.. çekmiş. O AH!.. 53 Hac sevabından fazla olmuş.

Yalnız burada büyüklerimiz buyuruyorlar ki:

-“Kadınlar bal mumu misali. Ateşi görünce erirler. Soğuğu görünce donarlar. Yani ilimden, amelden, nasihattan noksanlarsa tez dinden çıkarlar. Nasihat dinleyincede tez imana gelirler.” Bunun anlamı bu. Mum misali. Sizde soğuğa çıkmayın. Sıcaktan ayrılmayın, donarsınız.

Beni candan usandırdı
Cefadan yâr usanmaz mı


Yârdan manâ: ALLAH.

Diyor ki: Bana o kadar cefa verdi ki, beni cânımdan usandırdı. Bu tabiî şikayetten değil.

ALLAH:

“Biz belaların büyüğünü peygamberlere verdik. Küçüğünü de velilere verdik.” Yani bu rumuzludur.

Beni candan usandırdı
Cefadan yâr usanmaz mı


Yâr olunca şikâyet olmaz. Yâr'dan yardım gelir insanlara. Ama Yâr'ın yardımı bana hep cefa oldu. Ne zaman bu cefalar safaya dönecek? Sen cefadan geç. Usanmadan geç te ondan sonra.

Felekler yandı ahımdan
Muradım şemi yanmaz mı


Salih Baba da daha açık söylüyor:

Ruz-u şeb eylerem âh ile vâhı,
Âhıma bir sebep kaldı mı dahi


Gece-gündüz ahım, vahım var ama. Buna bir sebep kaldı mı? Bu ah! ah! Niye bitmiyor? Sebep nedir?

Buyuruyor ki:

Erişti göklere hem dûd-ı âhım sen safa geldin

Ahım göklere ulaştı. Evet. Demek ki “AH” çok kıymetli. “AH”ın ne olduğunu biz bilemiyoruz. “AH!” çok kıymetli.

Bir sayha eylersem tutuşur eflak

Sayha: Nara. Cezbe ile bağırma.

Gah olur ehl-i cehennem yakaram bu alemi

Cesed nasıl dünyaya geldikten sonra büyüyorsa. Ruhun büyümesi de tarikata girdikten sonra oluyor. Ruh büyüyorsa kalpte büyüyecek ki alemler sığsın.

Biz buraya geldikse hasta olduğumuzu bileceğiz. Bizim burada hastalığımız kusurumuz, günahımız, noksanlığımızdır. Bunu bildikse onlar bizi arar bulurlar.

Vâris-i Ahmed olar can derdinin dermanıdır
Her marîzin derdine göre verirler şerbeti


Marîz: Hasta. Her hastalığın ilâcı vardır. Bizde hasta olduğumuzu bilelim. Hastalığımızdan muhtaç, fakir, günahkârız. Noksanımız çok. ALLAH'a karşı kulluk görevimizi yapamıyoruz. Ümmetlikte makbul olamıyoruz. Peygamber Efendimize olan noksanlığımız çok. Meşayihimize olan noksanlığımız da çok. Meşayihimize:

-“Ben seni Şeyh Efendiliğe kabul ettim.”diyoruz.

Kabul ettinse O'nun rengine boyan, O'nun bütün yaşantılarını yaşa ki, kabul etmiş olasın. Bunları yapamadığımız için eksikliğimiz noksanlığımız bunlar.

Kusurum için ne buyuruyor:

Ayağın kesme babından

Kusur işleyince onlara layık mürid olamıyoruz. Ama kusurum çok diye kapıdan ayağını kesme.

Gel bu amellere. Teveccühe, hatmeye, sohbete gel.

Teveccühün sonuna kadar gözünüzü açmayın. Kalbinizi muhafaza edin. Teveccühün sonunda bütün bu saflar gezilir. Sırtlara el vurulur. Bittikten sonra bir aşır okunur. Herkes bir Fatiha okur, gözlerini açar.

Burada kalb-i selim olmak çok önemli. Kalbinizdeki önemli konuları ve düşünceleri atın. Eğer sevmediğiniz bir insan varsa, düşünce tarzımız şöyle olsun: Sen o insanı sevmiyorsun. Sözü hoşuna gitmiyor. Hareketi hoşuna gitmiyor. Dersin ki: “Belki Şeyh Efendinin yanında bu benden daha kıymetli. Belki ALLAH'ın indinde bu daha kıymetlidir. Belki Resûlullah Efendimize bu daha yaklaşmıştır.” Öyle ise yüzünü ayaklarının altına koy. O zaman kalbin böylece boşalır, temizlenir.

Bir de şu vardır! Zahir şeriatta da vardır. Bu hocalar daima vaaz, nasihatlerinde söylerler.

Bir müslüman genç, bir ihtiyar müslümanı gördüğü zaman ondan istimdat talep etmesi gerekiyormuş. Nasıl?

-“Bu da senin kulun. Ben de senin kulunam. O benden evvel seni tanıdı. Ama ibadet etti. Amel işledi sana yaklaştı. Bense daha seni yeni tanıdım. Amelim yokki sana yaklaşayım. Onun işlemiş olduğu amellerin senin yanında değeri var. Onun için beni ona bağışla. Kusurlarımı bağışla Yâ Rabbi. Benim de bundan sonra kötülüklerime fırsat verme Yâ Rabbi. Gençliğimi senin yolunda harcamamı nasip et Yâ Rabbi.” Demekle bir tevazu oluyor.

Bir yaşlı kimse de amel işleyen bir genci gördüğü zaman ne diyecek?

-“Yâ Rabbi ben çok yaşadım. Ama sana kulluğumu işleyemedim. Bu genç günah kazanmadan sana yönelmiş ibadet yapıyor. Bunun gençliğine makbul olan ibadetlerine benim günahlarımı bağışla” demesi lazım.

Gencin ibadeti ALLAH indinde çok makbul.

Şimdi burada otuz senelik ihvan var. Daha belki otuz seneden de fazla olan ihvan var. Bir de yeni ihvan var.

Tarikatımızda incelikler var. Nakşibendi Efendimizin amelleri. Nakşibendi Efendimiz emsalini geçmiş. Ona kavuşan yok. Reis-i evliya seçilmiş olduğu halde, bir ihvan kardeşine o kadar hizmet ediyor ki. Niye ediyor? O ihvan kardeşimiz bir gün evvel gelmiş, tarikata girmiş te onun için. Hürmeti de nedir? Yolda ondan önce gitmiyormuş. Akarsuda abdest alıyormuş. O da onun aşağı tarafına geçiyormuş abdest almaya. Bu kadar hürmet yapıyormuş.

Bizim tarikatımız askeriyedir. Bir gün evvel girene bir gün sonra girenin itaat etmek mecburiyeti vardır.

İkinci ameli de şu:

Bir büyük cemaata sohbet ederken dışardan gelen birisi duymuş Nakşibendi Efendimizin namını. Uzaktan gelmiş. Cemaatin içerisine girmiş ama hangisi bu? Bilememiş. Çünkü mübarek o kadar çok tevazu içerisinde bulunuyormuş ki...


[ Tasavvuf Sohbetleri 3 ]