[ Tasavvuf Sohbetleri 3 ]
|
“Melekler bile Hazreti Osman’ın hayasına
gıbta ediyorlarmış .”
|
Gelibolu Yarımadası'nda Yazıcıoğulları yaşadılar. Muhammed Efendi Hazretleri. Ahmet Efendi Hazretleri. İki kardeş.
Bir tarafı karaya bağlı. Üç tarafı su. Bir tarafı Çanakkale Boğazı, Çanakkale Savaşının olduğu yer. Bu savaş yerlerini hep müze yapmışlar. Halka gösteriyorlar. Orada Seyit Onbaşı isminde bir onbaşının heykelini yapmışlar. Silah gemisini o batırmış. Bir tane mermi kalmış daha da yok. Mermiyi topun ağzına götüren alet varmış. O alet bozulmuş. Gemide karaya yanaşacak. İşte bu onbaşı “Bismillah Ya ALLAH!” demiş. Mermiyi almış. Topun ağzına koymuş. O bir tek mermi gitmiş gemiye, gemiyi parçalamış. Çanakkale Savaşının kazanılmasında önemli bir başarı göstermiş SEYİT Onbaşı.
Demek ki muhakkak maneviyat sahibi idi.
Yani Ehl-i Aşktandı. Yani tasavvuf ehli idi. Tasavvuf ehline bunlar kolaydır, basittir. Tasavvuf ehline ALLAH bir güç veriyor. Beşerî olmayan bir gücü veriyor. Yani ALLAH'ın gücü onda tecelli ediyor. Onlar gemiyi batırmak değil, dağı da koparır. O halinde, o zamanında.
Evet ALLAH hepinizden razı olsun; ALLAH aşkınızı muhabbetinizi artırsın, ALLAH ihmallikten, tembellikten bütün müslümanları korusun. Hususiyle cemaatimizi korusun.
İhmallik tembellik bizim için iyi değildir. Felakettir. Felakete uğratır.
Peygamber Efendimiz:
“Yarabbi! İhmallikten de, tembellikten de sana sığınırım.” Buyurmuşlar.
Halbuki o ne ihmalci ne de tembel. İnsin, cinsin, meleklerin hepsinden daha gayretli. Daha cesaretli. Bütün küfür üzerine yürüyor da göz kırpmıyor. Korkak olur mu? Sözünden de caymıyor. Tembel olur mu? Hayır.
Mübarek zaten 63 yıl yaşadı. Kırk yaşında nübüvvet geldi O'na. Bir zaman yetim. Bir zaman fakir. Kırk yaşında nübüvvet geldi. Kırk üç yaşında tebliğe başladı.
Bütün ömrü boyunca çok cefalar çekmiş. Çok meşakkatler görmüş. Ama yine de yılmamış. Yine de gözünü kırpmamış. ALLAH'ın emrini yerine getirmiş. Niye:
“Yâ Rabbi korkaklıktan, ihmallikten sana sığınırım” buyuruyor.
“Yâ Rabbi bir saat beni nefsim ile başbaşa bırakma” demiş.
Bu duaları sana bana yapmış.
“Ey ümmetim siz de böyle sığının!” Sığınmak demek itaat etmektir ALLAH'a.
Gülden Bülbüller'e de yazılmıştır:
Bir yaşlı dağ yolundan ilerlerken dualar okuduğu halde yuvarlanıyor. Genç birisi ise oradan geçerken şarkı söyleyerek geçiyor.
Ehlullah'dan bir zat ise bu olayın sebebini ALLAH'u Teâlâ'ya soruyor.
ALLAH'u Teâlâ buyuruyor ki:
“Kulum sen beni zikret. Bende seni zikredeyim.”
Kul ALLAH'ı zikrederse, ALLAH'ta kulunu muhafaza eder. Yoksa ALLAH, kulum, kulum diye zikredecek değil.
Ayrıca:
“Kulum bana itaat ederse, onu yed-i kudretimle muhafaza ederim.”
Yaşlı kulu için diyor ki: “O beni geniş zamanlarda zikretmedi ki ben onu kolay geçireyim. Genç ise beni her an zikrediyordu. Ondan kolayca geçirdim.”
Bizim de burada desturumuz olmazsa, medetimizin kıymeti olmaz.
Geniş zamanlardımızda “Destur Ya Hazreti Pir” de! Madem ki bir büyük karşısındasın. Ondan bir izin al. Ondan müsaade almak bir EDEP değil midir? Veya bir büyük karşısındasınız. Paldır küldür gidecek misiniz? Müsaade eder misiniz Efendim. Gidebilir miyim? Müsaade eder misiniz oturayım? Veya müsaade eder misiniz? Şu işi göreyim. Her zaman.
“Bismillah Destur” diyerek hareket edeceğiz ki, her işimiz kolay olsun. “Bismillah” diyerek ALLAH'ın ismini anacağız ki her iş bizim için kolay olsun. Feyizli olsun. Nur olsun.
Geniş zamanlarımızda bismillah desturumuz olursa dar zamanda “Medet Ya Hazreti Pir” dediğimiz zaman, “Bismillah Hazreti Pir” dediğimiz zaman manevi bir el sana uzanır.
El odur ki, zehiri panzehir eder. Desturun, medetin anlamı budur. Geniş zamanlarımızda unutmayacağız.
[ Tasavvuf Sohbetleri 3 ]
|